Şehabeddin Sivasi Türbesi ; İzmir – Selçuk İlçe merkezinde
Zeyniyye tarikatı şeyhlerinden Şehabeddin Sivasi daha çok Uyunu’t-Tefasir isimli eseriyle tanınır. Gençlik yıllarını Sivas’ta geçirdiğinden Sivasi nisbesiyle anılır. Daha sonra İzmir’in Ayasuluk ilçesinde yaşadığı için Ayasulugi diye de bilinir. Küçük yaşlarda köle olarak Sivas’a getirildiği, tahsile burada başladığı, Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el Hafi’nin (v.1434) halifesi Ayasuluklu Şeyh Mehmed Efendi vasıtasıyla tasavvufa yöneldiği ve onunla birlikte Aydınoğullarına bağlı bir merkez olan Ayasuluk’a giderek hayatının sonuna kadar burada yaşadığı bilinmektedir. Sîvâsî’nin Ayasuluğ’daki hayatı, tamamen tedris ve irşatla geçmiş ve böylece şöhreti çevreye yayılmıştır. Aydın Sancak Beyi olan Halil Yahşi Bey’den gördüğü yakın ilgi sebebiyle Ayasuluğ’a yerleşmiş ve burada Zeyniye tarikatının gelişmesi için çaba sarf etmiş olan Şehabeddin Sivasi, 1456 yılında vefat etmiştir. Tabibzade, Şeyh Mehmed Efendi’nin yegane halifesi olarak Şehabeddin Sivasi’yi gösterir. Silsilesi devam etmediğine göre Sivasi’nin bir mürşid sıfatıyla faaliyet göstermediği veya etkili olamadığı söylenebilir.
Şehabeddin Sivasi, genelde Zemahşeri ve Beyzavi tefsirlerinin özetlendiği, bunların üzerine talik, şerh, haşiye yazıldığı bir dönemde Kuran’ı Kerim’in tamamını tefsir eden nadir müfessirlerden biridir153. Dirayet metoduna göre kaleme alınan bu tefsir, yeni bir çığır açacak nitelikte olmasa da kendisinden sonra yazılan bazı önemli tefsirlere kaynaklık etmiştir154. Şihabuddin es- Sivasi, orta hacımdaki tefsirinde, içinde yaşadığı döneme göre anlaşılır ve sade bir dil kullanmıştır155. Ayrıca, müfessirin hayatını anlatan kaynaklarda söz konusu tefsirin “Tefsîru’ş-Şeyh” diye meşhur olduğu da ifade edilmektedir.
Şemseddin Sivasi tefsir, hadis ve tasavvuf alanlarında müstakil eserler vermiştir. Tefsiri dışında Sure-i Kehf Tefsiri, Risaletü’n Necat min şerr’i-sıfat, Cezzabü’l kulüb ila tarikı’l-mahbub, Riyazü’l ezhar fi cila’il ebsar, Şerh ale’l feraizi’s-Siraciyye, Şerhu’l Misbah isimli eserleri vardır.
Halen medfun olduğu Selçuk ilçesinde halk arasında, “Şihâbuddîn Dede” diye anılmaktadır. Moloz taş ve tuğla malzemenin karışık düzende kullanımıyla inşa edilmiş bir yapı olan Şehabeddin Dede türbesi, iki bölümden ibarettir. Türbe, dışarıdan yüksek bir kasnak olarak görülen basık bir kubbe ile örtülmüş asıl mekan ve daha sonra eklenmiş olduğu izlenimi veren, girişin sağlandığı daha alçak, düz örtülü bir mekandan meydana gelmiştir. Günümüz seviyesinden daha alçakta bulunan türbede, girişin solunda yenilenmiş mermer mezar, sağda ise mihrap nişi de bulunan kubbeli mekan yer alır. Ana mekan örtüsü, dört sütunun tuğla örgü kemerlerle birbirine bağlanmasıyla ve üç tarafı perde duvarla örülen gövde üzerine oturmuş, köşeler pahlanarak sekizgen bir kasnak görünümü verilmiştir. İki mekanın arasındaki yükseklik farkının oluştuğu yerde ise kemer içi boş bırakılarak yapılan pencere, diğer pencerelerle beraber mekanın daha da aydınlatılmasını sağlamıştır.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Sinan Dede’nin kabri ; İzmir – Selçuk’un Belevi Kasabası Cibe Boğazı Kavaklar Mevkii Yosunlu Taş karşısında bulunmaktadır.
1800′ lü yılların ikinci yarısında yaşadığı tahmin edilen Sinan Dede’ nin Keçi Kalesinin altında o zamanki adı Kozpınar Kırığı olan mevkide kıldan yapılmış bir çadırda yaşamış olduğu anlatılır. Çadırın bir bölümünü atölye olarak kullanan Sinan Dede’nin asıl işi, ters yüz edilmiş camız derisinden çarık ve o zamanki adıyla hönglü deri giysi diye tabir edilen yelek yapmaktır. O dönemlerde Balıkesir-Dursunbey yöresinde camız yetiştiriciliği yapılan bir çiftlik vardır. Bu çiftlikte hasta olan cılız, bakımsız camızların bakım ve tedavileri yapılarak bu çiftliğe yeniden kazandırılması amaçlandığından, Belevi Gölünde bunların bakımı yapılmaktadır. Yapılan bakım ve tedavi sonucu geri kazanılamayan camızların derisi işte bu zatın zanaatının ham maddesi olur. Sinan Dede, o devirde henüz yerleşik bir düzen oluşmadığından haftanın bir veya iki günü bakımlı ve cüsseli eşeğine binerek Görünmez Yaylası, Cibe ve Pranga Boğazı, Halka Çıkmazı yörelerini gezerek bağ, bahçe ve hayvancılıkla uğraşan göçebe ahalinin ayak ve omuz ölçülerini Belevi Gölünden kesildiği sanılan hasır otu (hasır sazı) ile tesbit edip (ölçü alıp) evine dönermiş. Sinan Dede ölçü almaya giderken çocukların sevdiği un helvası, boncuk, bakır bilezik, gibi hediyeleri heybesine doldurur, gördüğü çocuklara ve yaşlılara verirmiş. Bağ ve bahçe sahipleri ile yöre göçerleri zaman geçtikçe Sinan Dede’nin yolunu gözler ve bekler olmuşlar. Çünkü, hayvanı hasta olan, kızı oğlu evlenemeyen, oğlu kocası askerden dönmeyen, çocuğu olmayan gelinlerin devası olurmuş. Tavsiyeleri ile bu geliş ve gidişlerinde ahali ile arasında çok kuvvetli bir bağ oluşmuş. Sinan Dede bu vadilerde özlenen, beklenen, her konuda başvurulan bir bilge haline gelmiş. Ancak uzun bir süre uğramadığı fark edilen Sinan Dede sevenleri tarafından aranıldığında, ölmüş olduğu anlaşılır. Cibe boğazında ulu bir ağacın dibine gömüldüğü kabri bulunur. Sevenleri ona dua okurlar. Sinan Dede’nin kabri Belevi Kasabası Cibe Boğazı Kavaklar Mevkii Yosunlu Taş karşısında bulunmaktadır. Kabri her tahrip edildiğinde bir çok kişinin rüyasına da girdiği, kabrinin bozulduğu için şikayette bulunduğu ve rüyasında şikayet ettiği bu hayırsever insanlar tarafından kabrinin onarıldığı anlatılır.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Öksüz Dede Türbesi ;Belevi beldesinin doğusunda aynı isimle (Öksüz Dede) anılan mevkide bulunur
Sinan Dede, Işılkavaklı Dede yatırları gibi yol güzergahında bulunmamasından dolayı çevre halkı tarafından pek fazla bilinmemektedir. Defineciler tarafından sıklıkla tahrip edilen yatır Belevi Beldesi halkı için büyük anlam ifade eder. Öksüz Dede kurak giden yaz aylarında Belde halkının uğrak yeri haline gelir, burada yağmur duaları yapılır. Halk arasından gönüllü kişilerden toplanan yardım ve malzemelerle pilav pişirilir, helvalar karılır. Birçok kereler yapılan hayır esnasında yağan yağmurdan pilav ve helva kazanlarına su dolduğu anlatılır.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Işıl Kavaklı Dede Türbesi ;İzmir – Selçuk’da ilçeye 12 km mesafedeki Belevi kasabasını 2 km geçince yolun sağında yaşlı bir çitlembik ağacının dibindedir.
İzmir-Aydın otoyolu ile Selçuk Tire karayolunun ortasında bulunan Işılkavaklı Dede yatırındaki ağaç karayolu yapılırken yol güzergahının değişmesine sebep olur. Anlatıldığına göre, karayolu yapılırken iş makinası gelip bu ağaca dayandığında arızalanır. Ağacın manevi değeri olduğunu düşünen yetkililer yol güzergahını değiştirir. Işılkavaklı Dede birçok insana umut olmuştur. Çocuk sahibi olmak, sevdiğine kavuşmak isteyenler bu ağaca dilekleri olsun diye mendil, çember benzeri bezler asmışlardır. Yatır kaçak kazı yapanlar tarafından birçok kez tahrip edilmiş ve daha sonra tekrar düzenlenmiştir.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Gazi Sığla Bey Türbesi ;Selçuk Kuşadası kavşağında Selçuk Devlet Hastanesi’nin yanında bulunmaktadır.
İnşaında ağırlıklı olarak moloz taş ve yer yer tuğla kullanılmış olan kare planlı bir yapıdır. Kitabesi olmadığı için yapılış tarihi kesin olarak bilinememektedir. Yapının zaviye olması kuvvetle muhtemeldir. Üst örtü olarak kullanılan kubbe beden duvarlarına oturtulmuş, herhangi bir ara taşıyıcı öğe kullanılmamıştır. Giriş cephesinde uygulanan sivri kemer tüm cephe duvarına hakimdir ve girişi vurgulamaktadır. Giriş cephesindeki bu uygulamayı destekler biçimde yapılan köşeler alçak tutulmuştur. Selçuklu’nun giriş eyvanlarını anımsatan bir uygulamayla yapılan giriş cephesi güneybatıya bakmaktadır. Dikdörtgen formlu küçük pencerelerle aydınlatılmış olan yapı iki sıra kirpi saçakla çevrelenmiştir. Yapıda 2010 yılında yapılan kazı çalışmalarında, iç mekanda Beylikler Devri’ne ait iki tane mezar bulunur. Bu mezar taşlarının Aydınoğulları Beyliği döneminde yaşamış ve Ayasuluk’un şehirleşmesinde büyük katkısı bulunduğu bilinen Ahmed Paşa’ya ait olduğu tespit edilmiştir. Mezarın bulunduğu türbe, iç duvarlarında yer alan yelkenli, el ve Mühr-ü Süleyman motiflerini tasvir eden grafitiler ile büyük önem taşımaktadır.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Ece Sultan Türbesi ; İzmir – Selçuk’a 12 km uzaklıkta bulunan Sultaniye köyünde
Eğimli ve yüksek bir arazide bulunan mezarlığın içinde kare planlı düz çatılı kesme taştan yapılı türbedir. Ece sultanın Bektaşi erenlerden olduğu söylenmektedir. Yanında yatan kişinin bir bayan olduğu fakat Ece Sultanın hanımı olup olmadığı bilinmediği köyde yaşayanlar tarafından söylenmiştir.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Hıdır dede’nin kabri ; İzmir – Seferihisar’da Hıdırlık camii arkasında.
Hıdırlık cami banisi olup, Seferihisar ve cevresinin alınması ve müslümanlaşmasında ismi geçen HIDIR BEY olduğu söylenmektedir. Türbe açık türbe olup, etrafı demir perdelikle çevrelenmiştir.
Kaynak;
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Zeytinli Dede türbesi Bergama merkezde eski Yıldız Sineması bitişiğinde Zeytinli dede sokakta yer almakta ve yoldan oldukça yüksektedir.
Türbe kule gibi örülmüş ve tepesinde zeytin ağacı büyümüştür. Belki de bu yüzden kitabesi, kimliği bilinmeyen mezara, Zeytinli Dede adı verilmiştir. Eski Yahudi Mahallesinde yer alması nedeniyle aziz mezarı da olabileceği ileri sürülür.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Lokman dede türbesi ; İzmir – Bergama ilçesi Dursun bey kız türbesinin hemen yanında
Lokman Dede’nin 13. Yüzyılın ortalarında yaşadığı ve Kız Türbesi yanında bulunan küçük mezarlığa gömülmüş olduğu anlatılır. İsminden de anlaşıldığı üzere ilaçların ilmini bildiği bir çok hastalığı iyi ettiği söylenir.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
Veysel Karani hazretleri’nin kabri şerifi Siirt – Baykan’da Ziyaret köyünde.
“Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”
Asıl adı Üveys bin Amir-i Karani olan Veysel Karani’nin doğum yeri, Yemen’in Karen Köyü’dür. 555–560 yılları arasında burada doğduğu tahmin edilir.
Üveys el-Karani, Yemen’deki Murad kabilesinin Karan aşiretine mensuptur. Veysel Karani’nin Yemen’de iken nasıl müslüman olduğu, Kufe’deki hayatı, vefatı ve şahsiyetine dair yeterli bilgi yoktur. Rivayetlere göre Veysel Karani Yemen’de deve çobanlığı yaparak, hurma çekirdekleri toplayıp satarak geçimini sağlayan bir zahiddir. Muhtemelen İslam’ı anlatmak üzere Yemen’e giden müslümanlar vasıtasıyla İslamiyet’i kabul etmiştir. Medine’ye gidip Hazreti Peygamber’i ziyaret etme arzusuna rağmen yaşlı annesini bırakamamış, 40 yaşının üzerindeyken Hazreti Peygamberi görmek için Medine’ye gitmek üzere annesinden izin alır. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye gelir, ancak peygamberimiz Tebük Seferi’nde olduğu için, O’nu bulamaz. Hazreti Aişe O’na kapıyı açar ve selamını peygamberimize iletir. Peygamberimiz eve döndüğünde evine ulu bir insanın geldiğini anlar ve Hazreti Aişe’ye kimin geldiğini ve onu görüp görmediğini sorar. Hazreti Aişe, onu gördüğünü söyleyince peygamberimiz, “O gözünü ben de ziyaret edeyim, görüşün ve gördüğün mübarek olsun.”, der. Sahabilere de Üveys’i gören gözü ziyaret etmelerini buyurur ve ardından, “Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’dir.”, der. Peygamberimiz son hastalığında, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve Hazreti Aişe’ye, “Benden sonra, arkamdaki hırkamı Üveys’e verin.”, diye vasiyette bulunur. Hırka ona teslim edildikten sonra, halkın gözünde değeri artar. O da, annesinin vefatıyla Küfe’ye ve Basra’ya gider.
Bazı hadis kitaplarındaki rivayetlere göre Hazreti Ömer, halifeliği döneminde Yemen’den gelen bir grup insana aralarında Üveys el- Karani’nin bulunup bulunmadığını sormuş, bunun üzerine Üveys ortaya çıkıp kendini tanıtmış, Hazreti Ömer de Resul-i Ekrem’in kendisine ileride Üveys’in Medine’ye geleceğini haber verdiğini ve onu gördüğü takdirde dua istemesini tavsiye ettiğini söylemiş, Üveys de ona dua etmiştir. Bu sırada Hazreti Ömer, Üveys’in Kufe’ye gitmekte olduğunu öğrenince Kufe valisine onun hakkında bir mektup yazmayı teklif etmiş, ancak Üveys kalabalıktan uzak sade bir hayat yaşamayı tercih ettiğini belirtmiştir. Ertesi yıl Kufe’den hacca gelen bir kişiye Üveys’in durumunu soran Hazreti Ömer, onun yoksulluk içinde yaşadığını öğrenince, ona Üveys hakkında Hazreti Peygamber’den duyduklarını anlatmış, hacdan dönen Kufeli de Üveys’in yanına gidip ondan dua istemiştir. Bu olay üzerine halkın dua istemek için yanına gelip kendisine iltifat etmesinden endişe duyan Veysel Karani’nin o bölgeyi terk ettiği kaydedilir.
Hazreti Ali, onu Sıffın Savaşı’nda yanında yer alması için, Medine’ye davet eder. Veysel Karani de oraya gider. Savaş sırasında yaralanarak 657 şevvalin 18. günü şehit olur. Şehit olduktan sonra, üç ayrı kabile onun naaşını alarak kendi topraklarına götürmek isterler. Bu duruma, ilk etapta Hazreti Ali de bir çözüm bulamayınca onu korumaya alır. Ertesi gün Veysel Karani Hazretleri’nin mübarek naaşı üç kabilenin de tabutlarında görülür. Her biri razı olarak; biri Yemen’e, biri Şam’a, biri de Bitlis’e doğru yola çıkarırlar.
Veysel Karani hazretlerinin kabrinin bulunduğu yer tam olarak belli değildir. Yemen’in Zebid, İran’ın Kazvin ve Kirmanşah, Özbekistan’ın Hive, Suriye’nin Şam ve Rakka şehirleriyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ona nisbet edilen makam-mezarlar vardır. Anadolu’daki en meşhur makamları Manisa, Mardin, Kurtalan, Bursa Gemlik yolundaki Atıcılar, Diyarbakır’ın Lice ilçesi ve Siirt’in Baykan ilçesi yakınındadır. Veysel’in Sıffin Savaşı’nda öldüğü yolundaki rivayetlerin genel kabul gördüğü, bu savaşın da Suriye’nin Rakka şehri yakınlarında vuku bulduğu dikkate alınırsa asıl kabrinin bu şehirde olması ihtimali güç kazanır.
Zahidane hayatı dolayısıyla Veysel Karani tasavvuf ehli tarafından örnek bir şahsiyet kabul edilmiş, Hazreti Peygamber’i zahiren görmemekle birlikte manen kendisinden feyiz aldığı ileri sürülmüştür. Bu sebeple sonraki asırlarda Resul-i Ekrem’i, Veysel Karani’yi veya herhangi bir şeyhi görmeden rüya gibi manevi bir yolla onlardan eğitim alan kişilere Üveysi denmiş, bu şekilde eğitim almaya Üveysilik adı verilmiştir. Ayrıca Resulullah’a nisbet edilen, “Rahmanın nefesini Yemen’den alıyorum” sözüyle Veysel Karani’nin kastedildiği söylenmiştir.
Veysel Karani
Veysel Karani hazretleri ve Hırka-ı şerif
Hazreti Peygamber’in ona bıraktığı rivayet edilen hırkanın sonraki nesillere intikal ederek günümüze ulaştığı kabul edilir. Bu hırka, İstanbul’un Fatih ilçesindeki Hırka-i Şerif Camii’nde ramazan aylarında ziyaret edilmektedir 58. Hırka-ı Şerif Camii, İstanbul, Fatih İlçesi’nde Atikali semti sınırları içinde, adını verdiği Hırka-i şerif Mahallesi’nde yer almakta olup 1851’de inşa edilmiştir. Burası, Hazreti Muhammed’in Veysel Karani’ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-ı Şerif) muhafaza ve ziyaret edilmesi için padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Veysel Karani’nin vefatından sonra Üveysi sülalesi elinde kalan Hırka-ı Şerif XVII. Yüzyılın başlarında, ailenin o tarihteki reisi Şükrullah Üveysi tarafından I. Ahmed’in fermanı gereğince İstanbul’a getirilir. İstanbul’a yerleşen Üveysi ailesinin, Fatih semtindeki evinde ziyaret edilen hırkanın korunması için Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın kagir bir hücre ile bitişiğinde bir çeşme ve imaret inşa ettirdiği, daha sonra Şeyh Osman Üveysi zamanında 1725’te ilk defa bir vakfın tesis edildiği bilinir. Yapının ziyaretler için yetersiz kalması üzerine I. Abdülhamid bugün “Küçük Hırka-i Şerif Dairesi” veya “Eski Hırka-i Şerif Odası” olarak adlandırılan ve caminin avlusunda kalan hücreyi 1780’de inşa ettirir. II. Mahmud tarafından 1812’de yenilenen hücre zamanla yetersiz kalınca Sultan Abdülmecit devrinde Hırka-ı Şerif Camii yaptırılır. Çevredeki binaların kamulaştırılarak yıktırılmasından sonra 1847’de başlayan inşaat, 1851’de tamamlanır. Camide Hırka-ı Şerif’in korunması ve ziyareti için birimler, hünkar mahfili ve hünkar kasrı bulunur. Ayrıca yapının çevresinde Üveysi ailesinin en yaşlı erkek bireyi (reisi) ile ailesi için bir meşruta, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekalet edecek olana mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve görevliler için çeşitli odalar da inşa edilmiştir.
Veysel Karani hazretleri ve Pakistan’daki Kırık iki dişi
Veysel Karani’nin Uhud Gazvesi’nde Resul-i Ekrem’in dişinin kırılması üzerine kendi dişini kırdığı şeklindeki rivayete istinaden, Pakistan’ın Lahor şehrindeki Badşahi Camii’nin avlusunda bulunan Teberrükat-ı Mukaddese Bölümü’nde ona izafe edilen kırık iki diş sergilenmektedir. Hayatına dair müstakil menakıbnameler ve şiirler kaleme alınan Veysel Karani’nin gerçek hayatı ile efsanevi kişiliği birbirine karışmıştır.
Siirt – Baykan’daki Veysel Karani camii ve Türbesi
Yakın zamanda yenilenmiş olan külliyenin ilk inşa tarihi kesin şekilde bilinmemektedir. X. Yüzyıl coğrafyacısı Muhammed b. Ahmed el-Makdisi ve Nasır-ı Hüsrev eserlerinde bugünkü Ziyaret beldesinde mevcut bir mescidden bahseder. Evliya Çelebi ise Veysel Karani Camii ve Türbesi’nden Mescid-i Üveys-i Karani diye söz eder ve ayrıntılı bilgi verir. Evliya Çelebi’nin, “Menzil-i Hazret-i Sultan Veys: Hazzo hakinde bir dere ve tepeli sengistan içre bir uyun-i sagire kenarında …” ifadesiyle tanıttığı cami ve türbe, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’ne (1534) katılan Matrakçı Nasuh’un minyatüründe gerçekçi bir şekilde tasvir edilir. Bu minyatürde sekizgen planlı ve üzeri içten kubbe, dıştan külahla örtülü türbe ile buna bitişik iki bölümlü kubbeli cami görülmektedir.
Türbeyi Osmanlı devrinde saray tarafından görevlendirilen türbedarlar idare eder. Son dönemde tayin edilen Seyyid Muhammed’in (ö. 1902) ardından Seyyid Abdülkerim Tekin bu göreve getirilir. Seyyid Abdülkerim, 1918’de vefat eden amcası Seyyid Ali’nin yerine kaymakamlık payesiyle Siirt’in son nakibüleşrafı olmuş, 1934’te Siirt’te vefat etmiş ve Zeyve Mezarlığı’na defnedilmiştir. Seyyid Abdülkerim zamanında türbenin sol tarafında bir mescidle bir medrese inşa edilmiştir. İsmet İnönü zamanında tekkenin kapatıldığı, önüne duvar örüldüğü, kimsenin içeriye girmesine izin verilmediği, daha sonra Demokrat Parti zamanında türbenin tekrar ziyarete açıldığı nakledilir. 1901 yılında “cas” denilen yerli harçla ve kısmen moloz taşlarla yapılan ve çatısı tonozlarla örtülen türbe, mimari tarzı itibariyle bir sanat değeri taşımadığı gibi devamlı rutubet alması sebebiyle tehlikeli bir durum arzettiğinden 1967’de Veysel Karani Tarihi Eserleri Koruma ve Eski Değerleriyle Güzelleştirme Derneği tarafından yıktırılır ve valilikçe hazırlatılan plana göre eski ölçüler içinde yeni bir türbe inşa edilir. Külliye, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle 1974 yılından itibaren çok daha bakımlı bir görünüme kavuşur. 1982’de avlu düzenlemesinden sonra 1983’te kesimhane binaları, ardından otel ve konukevi binaları devreye sokulur. Cami ve türbe 1987, 1991 ve 1998’de onarımdan geçirilir, 1998-2001 yılları arasındaki restorasyonda türbenin içi ve çevresi düzenlenir.
Kare planlı olan caminin son cemaat yeri üç kubbelidir. Ana mekanı örten kubbe sekizgen kasnağa oturmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar kısa olup kubbeler yuvarlak ve geniş aralıklı kemerler üzerine dayanmaktadır. Sade bir iç mekana sahip olan caminin kalem işleri ve hat uygulamaları bozuktur. Kubbeye geçiş iç mekandaki tromplarla sağlanmıştır. Harimin içi, alttan harimi çevreleyen yuvarlak nişli pencerelerin üst hizasına kadar çinilerle kaplıdır. Mihrabı, sade ve düzgün kesme taştan, minberi ve vaaz kürsüsü ahşap olan caminin kadınlar mahfili yine ahşaptır ve harimin kuzeyinde yer alan giriş kapısının üstündedir. Caminin kuzeybatısında bulunan minare de ana yapıya bitişik olarak düzgün kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi de düzgün kesme taştan olan minarede kaideden gövdeye pahlanarak bir geçiş sağlanmıştır. Kaidede yatay dikdörtgen mermer bir levha içinde 1956 tarihli, oldukça bozuk bir hatla Hazreti Muhammed’in Veysel Karani hakkında söylediği hadisler yazılmıştır. Bu çerçevenin altında, 1956 tarihli bir başka levhada ise iki satır halinde bir ayet yazılıdır (el-İsra 17/37)61. Caminin kuzeyindeki şadırvan yuvarlak sekiz kemerli ve tek kubbelidir. Türbe yakınında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün iki katlı irtibat bürosu ve arkasında gasilhane ile müştemilat binası bulunmaktadır.
Türbe cami, şadırvan ve diğer müştemilat binalarıyla aynı avlu içinde yer almaktadır ve kareye yakın dikdörtgen planlı olup kubbe ile örtülüdür. Türbenin kuzey cephesinde iki kapı vardır. Bitkisel süslerle bezenmiş Veysel Karani’nin ahşap sandukasının etrafı ahşap bir korkulukla çevrilidir. Sanduka köşelerde sepet örgülü birer, yanlarda çiçek motifli ikişer sütuna oturan yuvarlak ve dilimli sivri kemerli bir bölüm içinde yer almaktadır. Türbede pencere açıklıklarının üst hizalarına kadar duvarlar çini karolarla kaplanmıştır. Üst kısımlarda ve kubbede bitkisel süslemeli kalem işleri ve hat uygulamaları bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısının hemen yanındaki mezarda türbedarlardan ve Siirt nakibüleşrafından Seyyid Muhammed Efendi yatmaktadır. Veysel Karani Türbesi’nin yanı başındaki ağaçlıklı alan mezarlık olarak düzenlenmiştir. Her yıl 16- 17 Mayıs Veysel Karani’yi anma günleri olarak kutlanmakta, türbe bahar aylarında ve özellikle mayıs ayında yurdun dört bir yanından gelen ziyaretçilerin akınına uğramaktadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Abdulhalim Durma , Siirt Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
http://www.mustafagurelli.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz ve Mustafa Gürelli ‘den Allah razı olsun
[/toggle]