İzmirli Osman Nuri Efendi

İzmirli Osman Nuri Efendi İzmir’de vefat etmiştir. Ancak ne yazıkki kabrinin yerini bulamadık. Ondokuzuncu asırda İzmir ilinde yetişen velilerdendir, izmir’de doğmuş ve yine İzmir’de vefat etmiştir. İzmir ve Manisa’da ilim tahsiline devam eden ve bu sırada hafızlığını da tamamlayan İzmirli Osman Nuri Efendi İstanbul’a gelerek …

İbn Melek (k.s.)

İbn Melek hazretlerinin türbesi ; Cumhuriyet Mahallesinde İbn Melek caddesi üzerindeki İbni Melek Medresesinin yanında

İbni Melek ismiyle anılan Abdüllatif Efendi’nin Timur’dan ordusunun kente, Tire bağlarına zarar vermemesi konusunda ricada bulunduğu anlatılır. İbni Melek’in bu ziyaretinde, konuşma disiplini ve bilgi birikimiyle Timur’un ve özellikle yanında bulunan Seyyid Şerif Cürcani’nin (1340-1413) takdirlerini kazandığı ifade edilir. Timur’un, Abdüllatif Efendi’yi yaşlı olması sebebiyle yanında Semerkant’a götüremediği, bu yüzden

çok üzüldüğü aktarılır. Bugün Cumhuriyet Mahallesi’nde günümüze ulaşmamış olan İbni Melek Medresesi’nin yanındaki türbe Tireli fıkıh, meal, tefsir alimi İbni Melek Abdüllatif Efendi’ye aittir.

Abdüllatif Efendi’nin İbni Melek ismiyle anılmasının sebebi şu menkıbeye dayandırılır. Babası Abdülaziz Efendi Hicaz’a giderken eşini hamile olarak bırakmış ve çocuğunu da Allah’a emanet etmiştir. Dönüşünde eşinin bir gün önce öldüğünü, çocuğunun da anasının karnında defnedildiğini öğrenir. Bunun üzerine, “Ben evladımı Allah’a emanet ettim. Onu Allah korumuştur”, diyerek eşinin mezarını açtırır, Abdüllatif Efendi’yi sağ elinin küçük parmağını emerken görür. Bundan sonra da Abdüllatif Efendi’yi meleklerin koruduğuna inanılmış ve meleklerin koruduğu anlamında İbni Melek ismi yakıştırılmıştır.

Diğer taraftan, İbn Battûta’nın 1334’de Anadolu’ya yaptığı seyahat sırasında Birgi’de karşılaştığı Kadı İzzeddin Firişte’nin dindar ve fazilet sahibi olduğu için “Firişte” lakabıyla tanındığına dair verdiği malumattan İbn Melek’in bu lakabı babasına nisbetle aldığı anlaşılmaktadır170. Nitekim bazı eserlerinde babasının adı Abdülaziz, bazılarında ise Firişte olarak geçmektedir. Evliya Çelebi İbn Melek’den sitayişle bahseder.

İbn Melek, Aydınoğlu Mehmed Bey’in Tire’de yaptırdığı medresede uzun yıllar ders verir ve bu sebeple medrese onun adıyla meşhur olur. Ayrıca Mehmed Bey’in oğulları İsâ Çelebi, Selim Çelebi ve Hızır Şah’a hocalık yapar.

İbn Melek Tire’de bir bedesten, hamamlar, han yaptırmış, çeşitli vakıflar kurmuştur. Eserindeki ifadeden yola çıkılarak 1418’den sonra vefat etmiş olduğu ileri sürülür. Onun Hurufîliğe dair eserleriyle tanınan bir kardeşiyle yine İbn Melek lakabıyla anılan ve muhtelif eserleri bulunan Mehmed adında bir oğlu olduğu bilinmektedir.

İbn Melek değişik alanlarda çok sayıda eser kaleme almıştır. Şerhu Menâri’l-envâr, Ebü’l-Berekât en- Nesefî’nin fıkıh usulüne dair muhtasar eserinin şerhidir. Kitapta Hanefîler’in yanında Şafiî ve Mâliki usulcülerinin görüşlerine de yer verilmiş, zaman zaman Nesefî de tenkit edilmiştir. Mebâriku’I-ezhâr fî şerhi Me-şârikı’l- envâr, Radıyyüddin es-Sâgânî’nin Meşârıku’l-envâri’n- nebeviyye adlı eserinin şerhidir. Buhârî ile Müslim’deki hadislerin senedleri ve tekrarları çıkarılmak suretiyle derlenen eser 2250 kadar hadis ihtiva etmektedir. Şerhu Mecmai’l-bahreyn, Hanefî fakihlerinden Muzafferüddin İbnü’s-Sââtî’nin fıkha dair eserinin şerhidir. Sonraki fıkıh kitaplarında çokça atıfta bulunulan eserin birçok yazma nüshası mevcuttur. Firişte-oğlu Lügati, En eski Arapça- Türkçe sözlüklerden biri olup Lugat-ı Firişteoğlu, Lugat-i Firiştezâde ve Lugat-ı İbn Firişte gibi adlarla da anılır. Müellifin, torunu Abdurrahman için manzum olarak kaleme aldığı eser yirmi iki kıtadan meydana gelmekte ve büyük bir kısmında Kur’ân-ı Kerîm’de geçen 1528 Arapça kelimenin Türkçe karşılığı verilmektedir. Şerhu’l- Vikaye, Tâcüşşerîa’nın Hanefî mezhebinde “mütûn-i erbaa” diye anılan dört metinden biri olan eserinin en muteber şerhlerindendir. İbn Melek’in hayatının sonlarına doğru yazdığı eser onun ölümü üzerine kaybolunca oğlu Muhammed babasının müsveddelerinden faydalanıp bazı ilâvelerde bulunmak suretiyle eseri yeniden kaleme almıştır. Şerhu Tuhfeti’l-mülûk, Zeynüddin Muhammed b. Ebû Bekir er-Râzî’nin ibadetlere dair muhtasar eserinin şerhidir. Bedrü’l-vâizîn ve zuhrü’l-âbidîn, yirmi bölümden meydana gelen bir eser olup iman, kelime-i tevhid ve ibadetlerle ilgili konuları ihtiva etmektedir.

İbni Melek Türbesi içerisinde üç mezar daha bulunmaktadır. Bunlar Seyidi Rabbani Mevlana Nizamettin Nevvare (v.1394), İbni Melek Abdüllatif Efendi’nin oğlu Mehmet Efendi ve Evliya Ali Efendi’ye aittir. Evliya Ali Efendi, Alaybeyzadelerden olup İbni Melek Medresesi müderrisliğinde bulunmuş olan bir kişidir. Mezar taşındaki kitabeden 1831 tarihinde vefat etmiş olduğu görülür. Günümüzde İbni Melek Abdüllatif Efendi’nin mezarı bir ziyaret yeridir. Türbe 20 m2’lik bir alanda kesme taştan dört tarafı kapalı, üzeri açık bir yapıdır. Mezarın bulunduğu alana sivri kemerli birkaç basamakla çıkılan bir merdivenden ulaşılmaktadır. Yıkılan türbe 1956 yılında Tire Belediyesi tarafından yeniden yapılmış ve 2006’da ise çevresi düzenlenmiştir.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

İmam Birgivi

İmam Birgivi hazretlerinin kabri ; İzmir – Ödemiş – Birgi kasabasında İmam Birgivi Kabristanında .

1523’te Balıkesir’de dünyaya gelen Birgivi’nin asıl adı Takıyyüddin Mehmed’dir. Zaviye mensubu âlim ve faziletli bir kişi olan babası Pîr Ali Balıkesir’de müderristi. Annesi ise Meryem Hanım’dır. İlk tahsilini babasının yanında yapan Birgivî ondan Arapça, mantık ve diğer bazı ilimleri okur. Bu arada Kur’an’ı da ezberler. Daha sonra İstanbul’a giderek Mahmutpaşa Mahallesinde Küçük Şemseddin Efendi’den (öl.1551) ders alır. Ardından Haseki Medresesi’ne girer. Dönemin tanınmış âlimlerinden Ahizâde Mehmed Efendi’nin ve daha sonra Rumeli kazaskeri olan, Kızıl Molla lakabıyla tanınmış Abdurrahman Efendi’nin öğrencisi olur. İcazet alarak müderrislik payesini elde eder. Ardından Abdurrahman Efendi’nin yanına mülâzım olup ihtisasını tamamlar. Bir süre bazı medreselerde müderrislik yapar. Kanunî döneminde hocası Abdurrahman Efendi’nin aracılığıyla Edirne kassâm-ı askerîsi olan Birgivî bu görevi süresince ders okutmaya devam eder.

Bu arada camilerde vaaz vermekte, halkı Kur’an ve Sünnet’e uymaya davet etmektedir. Zamanında kabirler üzerine türbe yapılması, buralarda mum yakılması, ücret karşılığında Kur’an okunması gibi bid’atlar ve ayrıca bâtıl itikadlarla, kadılar arasında rüşvetin yaygınlaşması, zengin çocuklarına ücretle ilmî payeler verilmesi gibi meşru olmayan uygu-lamalara karşı mücadele eder. Para vakfetmenin caiz olmadığını savunan Birgivî, bu tür vakıfların cevazına fetva veren Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’ye ve onunla aynı görüşü paylaşan Kadı Bilâlzâde’ye reddiye olarak İnkazü’1-hâlikîn, îkâzü’n-nâimîn ve ifhâmü’l-kaşırîn ve es-Seyfü’s-sârim [Keskin Kılıç] adlı risaleleri yazar. Ebüssuûd’un, esasen daha önceki Osmanlı ulemâsı arasında da tartışılan, hatta İmâm-ı Âzam’ın öğrencilerinin de farklı görüşler ileri sürdükleri bu konuda halk arasında fitneye yol açmaması hususunda Birgivi’ye nasihatta bulunduğu ve kendi fetvasına gerekçe olarak da hayır işlerinin kesilmesi endişesini dile getirdiği rivayet edilir.

Halkın bid’atları terketmesinden ümidini kesen Birgivî İstanbul’a gidip Bayramiyye tarikatı şeyhi Abdullah Karamâni’ye intisap ederek inzivaya çekilir. Edirne’de kassâm-ı askerî iken aldığı paraları defter kayıtlarına göre geri vererek hak sahiplerinden helâllik alır. Ancak şeyhine tam bir teslimiyetle hizmet etmesine rağmen mantık bilgisi, tarikatteki riyazet ve vahdet-i vücûd gibi karşılaştığı her meselede Mehmed Birgivî’yi Kur’an ve Sünnet’ten delil aramaya itmektedir. Bunu hisseden şeyhi tarafından zahir ilimlerle meşgul olması, insanlara iyiliği emredip kötülükten menetmesi tavsiye edilir. Müridinin ders ve irşad faaliyetleri için geri dönmesini isteyen Abdullah Karamâni’nin de tavsiyesi üzerine, Sultan II. Selim’in hocası Birgili Atâullah Efendi’nin Birgi’de yaptırdığı medreseye müderris tayin edilir. İlmî ehliyetiyle kısa zamanda meşhur olan Birgivi’den ders almak isteyen pek çok talebe ülkenin her tarafından buraya akın etmeye başlar. Ömrünün geri kalan kısmını Birgi’de tedris, irşad ve telif faaliyetleriyle geçirmiş olması sebebiyle de Birgivî nisbesiyle şöhret bulur.

Hakkı söylemekten çekinmeyen Birgivî ömrünün sonlarına doğru tekrar İstanbul’a giderek Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya (v.1579) memleketteki adaletsizliklerle mücadele etmesi için tavsiyelerde bulunur. Fıkıhta Hanefî, itikadda Mâtürîdî olan Birgivî Mehmed Efendi’nin biyografisinden bahseden bütün kaynaklar, onun Osmanlılar döneminde yetişmiş seçkin bir âlim olması yanında dinî ve ahlâkî şahsiyeti bakımından da mükemmel bir insan olduğunu belirtir. Özellikle ahlâk ve fıkha dair eserlerinde klasik görüş ve bilgileri aktarması yanında kendi dönemindeki dinî, ahlâkî, sosyal ve siyasî meselelere özel bir önem vermesi, bunlarla ilgili şahsî görüşlerini ve tenkitlerini cesaretle ortaya koyması onun ilmî şahsiyetinin en dikkate değer yönüdür. Eserleri çağının sosyal hayatını ve problemlerini yansıtması bakımından da büyük önem taşır.

Birgivî son derece dürüst ve tavizsiz bir ilim adamıdır. Nitekim döneminde çok yaygın olan anlayışa rağmen hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine devlet ileri gelenleri de dahil olmak üzere her seviyedeki yöneticilerde ve görevlilerde gördüğü kusurları cesaretle tenkit etmiştir. Özellikle memuriyetlerin rüşvet karşılığı satılması, kadılar, muhtesibler ve diğer görevlilerin rüşvet almaları, ehli olmayanlara ilmî ve idarî rütbeler verilmesi, bu yüzden cehaletin yaygınlaşması ile her türlü bid’at ve hurafe Birgivî’nin şiddetle karşı çıktığı hususlardır. Birgivi’nin, bazı haksız menfaatler elde ettiği, görevliler nezdinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle, II. Selim’in hocası olduğu için “Hâce-i Sultâni” diye şöhret bulan tanınmış âlim Atâullah Efendi’yi bile ikaz etmesi, onun dürüstlük ve cesaretinin ilgi çekici bir örneğidir.

Birgivî, kendisi de Bayramiyye müntesibi olmakla birlikte zamanında Sünnî esaslardan sapmış ve bid’atlar ihdas etmiş olan bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamış, hatta bir kısım mutasavvıfların bid’at ve aşırılıklarını ortaya koyup tenkit etmek üzere el-Kavlü’l- vasît beyne’l-ifrât ve’t-tefrit adlı bir de risale yazmış olması yüzünden tasavvuf düşmanı olmakla itham edilmişse de bu iddia isabetsizdir. Nitekim et-Tarikatü’1- Muhammediyye’nin şarihlerinden ünlü mutasavvıf Abdülganî en-Nablusî (ö. 1731), Birgivi’nin Ehl-i sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil, tasavvuf adına bir yığın bid’at ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtir. Esasen onun et- Tarikatü’l-Muhammediyye’yi telif ederken Gazzâlî’nin İhyâ ü ulûmi’d-din’inden çok geniş ölçüde faydalanmış olması da Sünnî tasavvufa bağlılığının açık bir delilidir.

İmam Birgivi hazretlerinin Eserleri
İstanbul’daki yazma eserlerin bulunduğu 10 kütüphanede Birgivi’ye ait 1500 civarında kayıtlı eserden, yaklaşık 500’üne dayanarak araştırmasını gerçekleştiren Ahmet Kaylı’nın yüksek lisans tez çalışmasının neticesinde İmam Birgivî’ye nispet edilen 68 eserin 35’e düşmüş olduğu görülür130. Erdal Kaya ise çalışmasında Birgivi’nin çalışmalarının geniş bir listesini verir131. Bu eserler Arap dili grameri, ahlâk-tasavvuf, fıkıh, akaid, tefsir-kıraat, hadis gibi sahalarda çoğu Arapça, birkaçı da Türkçe olmak üzere başlıcaları şunlardır.
1-el-Avâmil. Nahiv ilmine dair Arap dilinin cümle yapısı hakkında küçük bir risale olup el-Avâmilü’l-cedîde diye de bilinir. İzhâr el-esrâr adlı nahiv kitabının özeti mahiyetindeki bu risale İzhâr’la birlikte Osmanlı-Türk medreselerinin baş kaynağı olmuştur. Bu sebeple otuzu aşkın şerh yazılmış Türkçe’ye tercüme edilmiş, ilki İstanbul’da olmak üzere çeşitli yer ve zamanlarda kırk civarında baskısı yapılmıştır.
2-İzhârü’l-esrâr. Nahivle ilgili Arapça bir eser olup ilki İstanbul’da olmak üzere çeşitli yer ve zamanlarda kırkı aşkın baskısı yapılmıştır. Ayrıca birçok şerh ve haşiyesi vardır. En meşhuru Adalı Şeyh Mustafa’nın hazırladığı, bu sebeple Adalı diye tanınan ve birçok defa basılan Netâ’icü’l-efkâr adlı şerhtir. Osmanlı-Türk dünyasında Arapça öğrenen her talebenin ana kaynağı haline gelmiştir. Bu sebepledir ki sadece İstanbul Yazma Kütüphanelerinde yüzden fazla yazma nüshası mevcuttur.
3-İmtihânü’l-ezkiya. Nahivle İlgili Arapça bir eser olup İbnü’l-Hâcib el-Mısrî’nin el-Kâfiye’sinin Kâdî Beyzâvî tarafından yapılan Lübbül-elbâb fî ilmi’l-irâb adlı muhtasarının şerhidir.
4-Kifâyetü’l-mübtedî. Arap dilinin kelime yapısına (sarf) dair olan bu eserin, yazma kütüphanelerinde, yirmiyi aşkın nüshası tesbit edilmiştir. Ayrıca üç baskısı mevcuttur. Bunlardan başka Birgivî’nin İm’ân el-enzâr ve el-Emsilet el-fadliyye adlı iki sarf kitabı bulunmaktadır.
5. et-Tarikatü’l-Muhammediyye. Din, ahlâk ve tasavvuf konularıyla ilgili çok tanınmış Arapça bir eserdir. Birgivî’nin, Hanefî-Maturidî çerçevesinde Ehl-i sünnet itikad esaslarını ortaya koyduğu bu kitabı üzerine, özellikle, XVII. yüzyılda Kadızadeliler ile Sivâsîler arasında cereyan eden tartışmalara meydan vermesi sebebiyle, lehte ve aleyhte şerh, tercüme, ihtisar gibi Osmanlı-Türk dünyası, Arap ülkeleri ile Orta-Asya Türk dünyası ve Hind bölgesinde pek çok çalışma ortaya konmuştur. Eser, bin dokuz yüz yetmişli yılların sonunda günümüz Türkçesine de aktarılmıştır.
6. Cilâ el-kulûb. Sultan II.Selim’in hocası Atâullah Efendi’nin isteği üzerine yazılmış olan eser nasihat ve vaazdan mürekkeptir.
7. Vâsiyetnâme. Birgivî’nin Türkçe telif ettiği birkaç kitaptan birisi olan eser muhtasar bir ilmihal ve ahlak kitabı hüviyetindedir. Müslüman-Türk toplumlarınca büyük ilgi gören eser, Türk halkının itikâdî anlayışına şekil veren eserlerden biri olarak kabuledilir133.
8. İnkâz el-hâlikîn. Eser, Birgivî’nin döneminde yaygın hale gelmiş olan parayla Kuran-ı Kerim okutmanın ve para vakfetmenin yanlışlığına işaret etmek amacıyla 1560’da telif edilmiştir.
9. İkaz el-nâimîn ve ifhâm el-kâsirîn. İnkâz el-hâlikîn adlı eserinde dile getirdiklerini anlamayanlara yönelik olarak 1565’de telif ettiği bu risâle diğer risaleleriyle birlikte İstanbul’da iki defa basılmıştır. Eserin, Ebu’s-Suûd Efendi’ye cevap olmak üzere yazıldığı söylenir. Ayrıca bu esere, kendisine yapılan itiraz ve tenkidlere cevap verdiği bir hâşiyesi mevcuttur.
10. el-Seyf el-sârim fî adem cevâz vakf el-menkûl ve el- derâhîm. Bu eser, Birgivî’nin Ebu’s-Suûd Efendi’nin para vakfının caiz olduğunu ispat için yazdığı risâleye cevabıdır.
11. Zuhr el-muteehhilîn ve el-nisâ fî tarif el-ethâri ve el- dimâ. Kadınların özel halleriyle ilgili olan bu risâlenin İstanbul Yazma Kütüphanelerinde elliyi aşkın nüshası vardır. Çok okunmuş ve hatta tedris edilmiştir.
12. el-Risâle fî usûl el-hadîs. Müellif bu eserini müderrislik görevini sürdürürken medrese talebelerine hadis terimlerini öğretmek için kaleme almıştır.
13. Şerh el-ehâdis el-erbaîn. Müellifin bizzat kendi seçtiği, ibadetlere dair kırk hadisin şerhidir. Birgivî sadece yedi hadisin şerhini tamamlayabilmiş, geri kalanını Mekke kadısı iken ölen Muhammed Akkirmânî (öl.1761) aynı yöntemle tamamlamıştır.
14. Tefsîr sûret el-Bakara. Kısa bir tefsir usulu ile Fatiha suresi ve Bakara suresinin 99. ayetine kadar yapılmış bir tefsirdir. Daha çok dil yönünden kıymet arzeder.
15. el-Durr el-yetîm. Tecvit kurallarının bir araya getirildiği küçük bir risaledir.
16. Kitabü’l İman ve’l İstihsan
17. Ahvâl ü etfâli’l-müslimîn. Müslüman çocukların
âhiretteki durumu ile ilgili bir risaledir,
18.Ziyâretü’l-kubûr.
19. ed-Dürrül-yetîm. Tecvidle ilgili iki varaklık bir risale olup 974 Cemâziyel evveli başında telif edilmiştir.
20. Risale fî usûli’l-hadîs.
21. el-Erba’ûn. İbadetlere dair kırk hadisi ihtiva etmekte
olup Şerhu’I-ehâdîşi’l-erbaîn adıyla bir de şerhi vardır.

Öte yandan öğrencilerinden Akşehirli Hocazâde Abdünnâsir tarafından yazılan ve Kuşadalı Ahmed Efendi’nin Tercüme-i Evrâd-ı Birgiviyye adıyla Türkçe’ye çevirdiği, Birgivî’nin yirmi dört saatlik hayat kesitini anlatan bir risalede de onun çok yoğun bir dinî ve tasavvufî hayat yaşadığı görülmektedir. Bununla birlikte Birgivî birçok Osmanlı ulemâsından farklı olarak sosyal gelişmeleri de tenkitçi bir yaklaşımla takip etmiştir. Nitekim daha sonraki birçok Osmanlı ilim ve devlet adamının, imparatorluğun içine düştüğü gerilemenin bünyevî sebepleri olarak gösterdiği ve başta devlet adamları, ulemâ, mutasavvıflar gibi seçkin zümreler olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde hissedilen olumsuz sosyal ve ahlâkî gelişmeleri ve bunların doğuracağı tehlikeli sonuçları Birgivi’nin daha o zamandan görmesi, kendi dönemindeki Osmanlı ulemâsı içinde sosyal gelişmeleri takip eden az sayıdaki münevverden biri olduğunu gösterir. Başta et-Tarikatü’l- Muhammediyye olmak üzere eserlerinin her devirde büyük ilgi görmesi de ilmî dirayeti yanında dürüst, basiretli, cesur ve sosyal problemler karşısında sorumluluk duygusu taşıyan bir kişilik sahibi olmasının sonucu olarak görülür.
Birgivi, Arap grameri konusunda kaleme aldığı eserlerle de İslâm ilimleri alanında büyük bir hizmet ifa etmiş ve haklı olarak yaygın bir şöhrete kavuşmuştur. Birgivî de, ana kuralların öğrenciler tarafından ezberlenmesi geleneğine uyarak kaleme aldığı el-Avâmil risalesinden başka onun şerhi durumundaki îzhâr’ı telif etmiştir. Sağlam bir tertibe ve özlü bilgilere sahip olmanın yanında çeşitli nahiv kaidelerinin örneklerle açıklanması sırasında pedagojik esaslar ihtiva eden cümlelerin kaydedilmesi bu iki esere büyük itibar kazandırmış, asırlar boyu Arapça’nın öğrenilmesinde vazgeçilmez eserler arasında yer almasını sağlamıştır.

Birgivî 1572’de bir İstanbul seyahati sırasında vebaya yakalanarak elli iki yaşında vefat eder ve Birgi’ye getirilerek burada defnedilir. Cenazesi, kabrin baş tarafında bulunan ve bizzat imam tarafından dikildiği söylenen servi ağacının dibine gömülüdür.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Seyyid Mükremiddin – Emir Sultan

İzmir – Konak’da Yıldırım Beyazıt İlkokulunun hemen yanında

Mevcut arşiv kaynaklarına göre zaviyeyle ilgili kayıtlar I Selim dönemine (1512-1520) yıllarına kadar uzanmakla beraber, kuruluş tarihi XIV. Yüzyıl olarak düşünülmektedir.

Her ne kadar Emir Sultan Türbesi olarak adlandırılsa da; İzmir in Türk kimliğine kavuşmasını sağlayan Aydınoğlu Gazi Umur Bey in komutanlarından Seyyid Mükremiddin in mezarının bulunduğu zaviyedir. Seyyid Mükremiddinn in 1340-1350 yılları arasında öldüğü sanılmaktadır.

Zaviyeler, Anadolu da Selçuklu devletinin kuruluşundan itibaren önemli bir rol üstlenmiş sosyal ve dini içerikli oluşumlardır. Bu tür yapılar 14. ve 15. yüzyılda Anadolunun en ücra köşelerine kadar yayılmıştır. Zaten bu yapıların kuruluş amaçları da bazen bir yörenin yerleşime açılması, bazen yolların güvenliğinin sağlanması, bazen de yoksulların barınmasını sağlamak olmuştur. Bir ahi veya tarikat şeyhi önderliğinde kurulmuşlardır.

Zaviye şu an; Konak ilçesi 951 – 954 sokaklar arasında yer almaktadır. Aydınoğlu Gazi Umur Bey tarafından inşa edilmiş olan türbe, sonradan kendi adıyla anılan Namazgah veya Şeyh Mahallesi olarak adlandırılan bölgenin çekirdeğini oluşturmuştur. Dolayısıyla, Emir Sultanın İzmir in Türkleşmesine önemli katkıda bulunan bir kimlik ve kişiliğe sahip olduğunu ifade etmek mümkündür.

Zaviye; Türbe, harabe halindeki aşhane, hamam ve Mevlevihane olarak kullanıldığı düşünülen yapılardan oluşmaktadır. Bu yapıların yanı sıra Seyid Mükeremeddinin naşının bulunduğu Emir Sultan Türbesinin bahçesinde birde Hazire bulunmaktadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
[/toggle]

Şeyh Muhammed Esad Erbili (k.s.)

İzmir – Menemen’de Safa camii içerisinde

Son devrin Meşhur Nakşi- halidi Şeyhlerinden ve Cumhuriyet dönemi din mazlumlarından . gerçek bir şehit.

Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Esad Erbili (1847-1931)’nin Musul’un Erbil kasabasında doğar. Dedesi, Hâlid el-Bağdâdî’nin Erbil’de inşa ettirdiği tekkeye şeyh olarak tayin ettiği halifesi Hidâyetullah Efendi, babası daha sonra aynı tekkede şeyhlik görevinde bulunan Muhammed Said Efendi’dir.

Medrese tahsilini doğduğu bölgede tamamlayan Esad Efendi yirmi üç yaşında Hâlidî şeyhi Tâhâ el-Harirî’ye intisap eder. Beş yıl sonra sülûkünü tamamlayarak hilâfet alır (1875). Aynı yıl hac farizasını yerine getirir. Dönüşünde şeyhinin vefat ettiğini öğrenince İstanbul’a gitmeye karar verir. İstanbul’da Cağaloğlu’nda Beşir Ağa Dergâhı’nda bir süre misafir olarak kalır. Daha sonra Çarşıkapı’daki Molla Pîrî Camii’nin müezzin odasına yerleşir. Fâtih Camii’nde Hafız divanını okutur. Bu sırada Beyazıt Camii imaretinin meydanı gören bir odasına taşınır. II. Abdülhamid’in damadı Hâlid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade eder. Bu arada Meclis-i Meşâyih üyeliğine tayin edilir.

İlim ve irşad faaliyetlerini sürdürdüğü bu yıllarda kendisine bir tekke şeyhliği verilmesini ister. O sırada şeyhlik makamı boş bulunan Şehremini’nin Odabaşı semtindeki Kelâmî Dergâhı’nın şeyhliğine talip olur. Ancak bu dergâhın şeyhliği Kâdirî meşâyihine ait olduğundan ve kendisinin Kâdirî icazetnamesi bulunmadığından bu isteği uygun görülmez. Bunun üzerine Esad Efendi Kâdirî şeyhi Abdülhamîd er- Rifkânî’den Kâdirî icazetnamesi alarak bunu ibraz edince adı geçen dergâhın şeyhliğine tayin edilir (1883).

Bu dergâhta Kâdirî ve Hâlidî âdâb ve erkânı üzere irşad faaliyetinde bulunur. Bir süre Fatih ilçesinde Halıcılar’daki Feyzullah Efendi Dergâhı’na da devam eder. Kelâmî Dergâhı şeyhi olduktan sonra daha geniş bir çevreye hitap etme imkânı bulan Esad Efendi, II. Abdülhamid tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbil’e sürgüne gönderilir (1900). Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede irşad hizmetini sürdürür ve mensuplarıyla mektuplaşarak onların ilgilerini canlı tutmaya çalışır. II.Meşrutiyet’ten (1908) sonra İstanbul’a döndü ve Kelâmî Dergâhı’nı genişleterek yeniden inşa etti. Meşrutiyetle birlikte tekke mensuplarının da cemiyet kurma faaliyetlerine giriştikleri sırada Cem’iyyet-i Süfiyye’nin kuruluş çalışmaları bu dergâhta yürütüldü.

Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi cemiyetin reisi, Esad Efendi de ikinci reisi olur. Esad Efendi cemiyetin açılış töreninde yaptığı konuşmada devrin genel havasının tesiriyle Meşrutiyet idaresini ve taraftarlarını öven, Abdülhamid dönemini eleştiren ifadeler kullanır. Tasavvuf ve Beyânü’l-hak mecmualarında tasavvufî konularda yazılar yazan Esad Efendi 1914’te yeniden Meclis-i Meşâyih âzalığına getirilir, meclis reisi Elif Efendi’nin istifası üzerine kısa bir süre sonra da reis olur. Sultan Mehmed Reşad tarafından surre emini olarak hacca gönderilir. Ertesi yıl Meclis-i Meşâyih’teki görevinden istifa eder. Üsküdar Çiçekçi’deki Selimiye Dergâhı’nın meşihatını da üzerine alarak oğlu Mehmed Ali Efendi’yi vekâleten bu dergâhın şeyhliğine tayin ettirdi.

Esad Efendi, Kelâmî Dergâhı’ndaki görevinin yanı sıra zaman zaman Selimiye Dergâhına da giderek irşad faaliyetini tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdürür. Bu tarihten kısa bir süre önce Kelâmî Dergâhı’nda iki hafta misafir olarak kalan Danimarkalı psikolog Cari Vett’in hâtıraları, Esad Efendi’nin çevresini ve tekke ortamını yansıtması bakımından önemlidir. Tekkeler kapatıldıktan sonra inzivaya çekildiği Erenköy Kazasker’deki evinde sürekli polis gözetimi altında tutulur. Menemen olayı ile (Aralık 1930) ilgisi olduğu iddia edilerek oğlu Mehmed Ali Efendi ile birlikte Menemen’e götürülüp idam talebiyle yargılanır. Hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrilir. Oğlu Mehmed Ali Efendi ise idam edilir. Esad Efendi Menemen’de askerî hastahanede tedavi görürken 3-4 Mart 1931 gecesi vefat eder. Onun zehirletilerek öldürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır.Yemeklerine zehir katılarak rahatsızlığı iyice artırılmış ve damardan yapılan bir iğne ile 84 yaşında hayatına son verilmiş, yani idam edilmiştir. Bir gece yarısı 1950’lerde hafriyat çalışmasıyla düzeltilen mezarlığa gömülürler. Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen’de defnedilir.

Sami Efendi tarafından kabir yerleri tesbit edilerek 1956 yılında bulundukları, Kubilay Şehitliği ve Anıtının bulunduğu alana pek de uzak olmayan bu yere, bir cami yaptırılır. Kazımpaşa Mh. 2. Hıdırlık Sk.’taki camide Esat Efendi’nin merkad-i şerifleri kapalı bir bölme içinde, oğlu Ali Efendi ise dışında yatmaktadırlar.

Mahkeme zabıtları açıklanmadığından Esad Efendi ile oğlu hakkında verilen idam cezasının hangi delillere dayandırıldığı, olayla ilgilerinin olup olmadığı anlaşılamamıştır. İstanbul, Anadolu ve Balkanlar’da binlerce mensubu bulunan ve çok sayıda kişiye hilâfet veren Esad Efendi’nin silsilesi yaygın olarak halifelerinden Mahmut Sami Ramazanoğlu (ö. 1984) tarafından sürdürülür.

Eserleri şunlardır.
1- Kenzü’l-irfan. İbadet ve ahlâka dair 1001 hadisin metin, tercüme ve şerhinden ibarettir.
2- Mektûbât. Erbil’de sürgünde iken dostlarına ve müntesiplerine gönderdiği mektupları ihtiva eden eserin ilk basımında 147, ikinci basımında 154 mektup yer almaktadır.
3. Risâle-i Es’a-dîyye. Tasavvuf ve tarikatın mahiyetini ve seyrü sülük âdabını anlatan otuz sayfalık bir risaledir. Müellif müridlerinin arzusu üzerine risalenin sonuna kendi hal tercümesini de eklemiştir.
4. Tevhid Risalesi Tercümesi. Evhadüddîn-i Balyânî’ye ai trisalenin tercümesidir. Yanlışlıkla Muhyiddin İbnü’l- Arabî’ye nisbet edilen eser Ali Kadri tarafından yayımlanmıştır.
5. Fatiha-i Şerife Tercümesi. Sekiz sayfadan ibaret olup ayrıca Risale-i Es’adiyye ile birlikte basılmıştır.
6-Divan. Aruz veznini oldukça başarılı bir şekilde kullanan Esad Efendi’nin Farsça ve Türkçe şiirlerinin yer aldığı eserde Arapça ve Kürtçe birer şiir de vardır.