Aydoğdu Bey

Aydoğdu Bey

Bilecik – Söğüt – Ertuğrul Gazi Türbesinde

Gündüz Alp’in oğlu ve Osman Gazi’nin yeğenidir. Bursa , Adranos , Bidnos , Ketsel ve Kite tekfurlarının birleşmesi ile meydana çıkan Bizans ordusu ile yapılan ” Koyun Hisarı ” savaşında şehit edilmiştir. Mezarının Dizboz’da , Koyun Hisarına gidilen yol üzerinde bulunduğu söylenmektedir. Söğüt’teki kabri makamıdır. Aydoğdu Bey’in , genç yaşta yöreye nam saldığı ve çok bahadır bir alp olduğu bilinmektedir. Şehid edilmesinden sonra dahi ona olan saygı asla azalmamıştır.

Aşıkpaşaoğlu eserinde : ” Mezarı taşla çevrilmiştir. O ilde at dahi sancılansa , onun mezarına iletirler ve dolaştırırlardı. Allah Teala’nın tüm canlılar böyle şifa buldu. ” der. Oruç Bey’e göre mezarına Türk Han mezarı da denmektedir ve yörede oldukça meşhurdur. Müneccimbaşı ve Tacü’t Tevarih ise ” Mübarek türbesi ziyaretgah olup , kabrinin toprağı hummalı ve sıtmalılar için ilaçtır. ” demektedir.

Aktimur Alp

Aktimur Alp

Bilecik – Söğüt de Ertuğrul Gazi Türbesinde

Gündüz Alp’in oğlu ve Osman Gazi’nin yeğenidir. Askeri ve idari hizmetlerde bulunmuştur. Osman Gazi’nin ; 1289 yılında Karaca Hisar’ı fethetmesinden sonra elde ettiği ganimetin beşte birini Aktimur mahiyetinde bir heyetle Selçuklu Sultanı II. Alaaddin’e gönderdiği bilinmektedir. Osman Gazi’nin Selçuklu Devletine olan bağlılığının bir nişanı olan bu ganimet Sultan’ı çok memnun etmiş ve Aktimur ile birlikte Osman Gazi’ye sancak , çadır , iyi atlar ve silahlar göndermiştir.1

Osman Gazi , Bursa kalesinin fethi için yaptırdığı kalelerden birinin kumandanlığına Aktimur’u getirmiştir. Aktimur , bu kalede uzun yıllar kumandanlık yaparak , amcasının talimatları gereği içeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye erzak ve insan naklini engellemek için çaba sarf etmiştir. Aktimur’un iyi bir kumandan ve devlet adamı olduğu bilinmektedir. Tarihçilerimiz bu konuda neredeyse ittifak halindedir. Dönemin tarih yazıcılarından olan Aşıkpaşaoğlu onu şöyle tanıtmaktadır. “ Ki O, gayet bahadır , yararlı bir erdi.” Diğer müellif İbn Kemal ise Aktimur hakkında şunları kaydetmiştir. “ Ak Demir ki , demiri tutsa mum ederdi , kuvvetle taşı ovarak un ederdi. Dönmez idi. Adını işiten yüz kişi dahi olsa , korkudan tirerdi…”

Bursa’nın fethinden sonra vefat eden Aktimur’un kabrinin Bursa’da , Osman Gazi türbesinde olduğu sanılmaktadır.

*

1 Tarihimizde Osman Gazi’nin merkezi devlete olan bağlılığı ve Selçuklu Sultanı’nın da bu bağlılığa olan memnuniyetini Osman Gazi’ye sancak göndererek ifade etmesi kesin olarak bilinmektedir. Lakin tarihçiler arasında bu olayın ne zaman ve hangi olaydan sonra olduğuna dair bir kesinlik mevcut değildir.

Kaynak : Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012

Akça Koca

Bilecik – Söğüt de Ertuğrul Gazi Türbesinde

Ertuğrul Gazi’nin kumandanlarındandır. Osman Gazi’nin beyliği döneminde de hizmetlerine devam etmiş ve Beyliğin büyümesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bir rivayete göre babasının isimi Abdülmelik b. Abdülfettah’dır. Anadolu Selçukluları döneminde uç bölgelere yerleştirilmiş bir Türkmen boyuna mensup olduğu ve kendisine bağlı aşiretle beraber Ertuğrul Gazi’ye tabi olduğu söylenmektedir.

Osman Bey ve oğlu Orhan Bey dönemlerinde beyliğin kuzey batı tarafından genişlemesi için gazalara katılmış ve bir çok kaleyi fethetmiştir. Özelikle sapanca, İzmit, Yalova üçgeni içinde kalan arazilerin O’nun tarafından fethedildiği söylenmektedir.

İzmit’e onun isminden mülhem ” Kocaeli” denmiştir. Yine Bolu iline bağlı Akçakoca ilçesi de yine O’nun adını taşır. Fethettiği Samandıra ve civarı Osman Gazi tarafından kendisine mülk olarak verilmiştir.

1326 yılından sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Asıl türbesi Kandıra’da iken Söğüt’deki makamıdır.

Kaynak ;
Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012

Abdurrahman Gazi

Bilecik – Söğüt’de Ertuğrul Gazi türbesinde

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük hizmetleri geçen mücâhid kumandan; Ertuğrul Gâzi’nin silâh arkadaşı ve Aydos kalesi fâtihi. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 1329 (H. 730) târihinde vefât etti. Kabr-i şerifinin, Eskişehir yakınında kendi adıyla anılan köyde olduğu rivâyet edilmektedir.

Abdurrahmân Gâzi, cihâd hizmetini yâni Allahü teâlânın dîninin yayılması ve O’nun kullarına duyurulması vazifesini, Osman Gâzi ve oğlu Orhan Gâzi devirlerinde de devam ettirdi. Târihe altın harflerle geçen bir çok kalenin fethine ve meydan muhârebelerine iştirak etti. Osman ve oğlu Orhan Gâzilerin gözü yerindeki kumandanlarından ve silâh arkadaşlarından idi. Osman Gâzi vefâtından önce, Abdurrahmân Gâzi ve diğer mücâhid silâh arkadaşlarını oğlu Orhan Gâzi’nin hizmetine verdi. Çavdar tatarının Karacahisar pazarını basması üzerine Lefke’ye (Osmaneli) yaptığı gazâdan dönen Osman Gâzi, oğlu Orhan’a; “Oğul! Her ne kadar bu tatarları yemin verdirip gönderdi isek de, bunlar söz tutmaz bir topluluktur. Bu defa var sen gazâ et! Hak teâlânın zafer vermesi ümîd olunur” diyerek onu cihâda gönderdi. Yanındaki mücâhid kumandanlarından Akça Koca, Konur Alb, Abdurrahmân Gâzi ve Köse Mihâil’e hitaben de; “Gâziler, silâh arkadaşlarım! Göreyim sizi. Din yolunda nasıl davranırsınız?” buyurdu. Abdurrahmân ve diğer mücâhid Gâziler, sonradan üç kıt’a ve yedi iklimde hükmeden Osmanlı Devleti’nin temelini attılar. Akça Koca, Samsa Çavuş ve Konur Alb; Akyazı, İznik ve İzmit ile meşgul olurken; Abdurrahmân Gâzi de, İstanbul tarafındaki hisarlara akınlar yaparak Bizanslıları şaşkına çevirdi, İstanbul’dan mücâhidlere gelecek saldırıları önledi. Zîrâ Bizans tekfuru, seçme askerlerini gâzilere karşı gönderiyordu. Abdurrahmân Gâzi, bu seçme Bizans kuvvetlerini, düzenlediği akınlarla zayi edip (kırıp), geri çekilmelerini sağladı. Gâziler geceleri uyumazlar, gündüzleri at sırtından inmezlerdi. Buraları müslüman toprakları yapmak azmiyle, kanlarını, canlarını feda edip hayırla yâd edilmek için çalıştılar.

İznik’e yakın bulunan Kara Tekin’e yerleşen Samsa Çavuş, zaman zaman İznik’e akınlar ve baskınlar yaparak kale çevresinde sık sık görünmekte idi. İznik tekfuru bu baskınlardan yakınarak Bizans imparatorundan yardım istedi. İstanbul’dan toplanan Bizans kuvvetleri gemilerle Yalakova (Yalova)’ya çıkarıldı. Bunu haber alan Abdurrahmân Gâzi, bunlara baskın yaparak çoğunu kılıçtan geçirdi. Sağ kalanlar da bin bir zorlukla gemilere binip İstanbul’a döndüler.

Abdurrahmân Gâzi, Bursa fethedilinceye kadar, Bizans sınırında uç beyi olarak hizmet gördü ve Akça Koca ile istişâreli olarak gazâ ve fetihlerini sürdürdü.

Orhan Gâzi’nin silâh arkadaşları kuzeyde Karadeniz, güneyde İzmit körfezi ve batıda İstanbul Boğazı ile hudûdlanmış olan yarım adaya girmekte gecikmediler. Akçakoca, Konur Alb ve Abdurrahmân Gâzi’nin akınları durmadan devam etti. Nihayet boğaziçi sahillerine kadar ulaştılar. Konur Alb, Akyazı ile Sakarya’nın iki tarafındaki kaleleri Rumların elinden aldı. Akçakoca da; Ermenipazarı, Ayan Gölü (Sapanca Gölü), Kandıra kalelerini ve daha sonra da kuvvetlerini birleştirip Samandra’yı fethettiler. Samandra’nın fethinden sonra, 1326 (H. 726) senesinde o mıntıkaya, fâtihinin adına izafeten Kocaeli denildi. Sakarya’nın kuzeydoğusundaki havaliye de Konur Alb’ın ismine izafeten Konrapa denildi.

Aydos kalesi, Aydos dağının doğu tarafında inşâ edilmiş bir kale olup, Konur Alb ile Abdurrahmân Gâzi tarafından fethedilmiştir.
[toggle title=”Aydos Kalesinin Fethi” load=”hide”] AYDOS KALESİNİN FETHİ

1328 (H. 728) târihinde Orhan Gâzi, Abdurrahmân Gâzi ile Konur Alb’den Aydos kalesinin fethedilmesini istedi. Ancak kalenin çok sağlam istihkâmları, işin uzunca bir zaman alacağını göstermekteydi. Bu sebeble mücâhid Gâziler bir fırsat zuhur edeceği ve zaferi böyle sağlayacakları ümidini beslemekte ve sebeblere yapışıp Allahü teâlâya tevekkül ederek hazırlıklarını sürdürmekte idiler. Nitekim hadis-i şerîfde; “Allahü teâlâ bir şeyin olmasını murâd ettiğinde onun sebeblerini de hazırlar” buyrulduğu üzere, burada da hâdiseler öylece gelişti.

Aydos kalesi tekfurunun güzel bir kızı vardı. Bir gece rüyasında dar ve derin bir kuyuya düştüğünü gördü. Kendisini kurtarmak için tutunacak bir şey, bir çıkış yolu da bulamadı. Yakınlarından kimse feryadına cevap vermedi. En sonunda bu korkunç kuyunun ölümüne sebeb olacağı korkusuyla ümidi kırıldı. Çırpınmaktan vazgeçtiği sırada nûr gibi parlayan bir genç, karanlık kuyunun kenarına gelip, onu bu tehlikeli çukurdan çıkardı ve ipekten elbiseler verdi. Uyandığında gördüğü rüyadan hayretler içinde kaldı. Gece gündüz rüyada gördüğü yiğidin hayâli gözünün önünden gitmez oldu. Kendi kendine; “Benim hâlim ne oldu ki, beni bu çukurdan çıkardı. Giyecekler verdi ve hem durduğum yerden gitti, öyle anlaşılıyor ki, benim hâlim başka türlüye dönse gerek” diye düşünürken, ansızın Türkler kale önünde göründü ve muhasara başladı. Muhasara bir müddet devam etti. Kale çok sağlam ve burçları yüksek olduğundan fethedilemedi. Tekfurun kızı, gönül alıcı, pırıl pırıl bir günde içini karartan kederleri ve merakı bir parça olsun dağıtmak için kale burçlarında savaşmaya çıktı. Birden aşağıda Türk askeri önünde dimdik duran Abdurrahmân Gâzî’yi gördü. Rüyasında kendisini kuyudan çıkaran kişi olduğunu anladı. Gördüğü rüyanın tâbirini kendisi yaptı ve müslümanlar arasına katılmanın lüzumunu duydu. Odasına gidip rumca bir mektup yazdı. Bu mektupta, rüyasını anlatıp müslüman olmak istediğini belirtip; “Dileğiniz bu kaleyi almak ise, şimdi kaçarcasına kale önünden çekiliniz ve filân gece, bir kaç yiğitle gizlice duvarların altına geliniz, o vakit kaleyi kolaylıkla ele geçirmiş olursunuz” diye yazmıştı. Yalvarışlarla dolu olan mektubu bir taşa sardı. Savaşır gibi yaparak kaleden o taşı Türk askerlerinin arasına attı. Taş yuvarlanıp Abdurrahmân Gâzî’nin önüne düştü. Abdurrahmân Gâzi, sarılı taşı görünce hemen mektubu aldı ve doğruca Akçakoca’nın yanına sitti. Mektup, yazıdan anlayanlara gösterildi. İçindekiler anlaşılınca Konur Alb’in de iştirakiyle durum müzâkere edildi. Sonunda geri çekiliş plânları düzenlendi. Kaleye son bir taarruz yapıldıktan sonra kendi oturdukları Samandra hisarını da ateşe vererek düşmana bölgeden Türklerin çekildikleri zannını vermeyi uygun gördüler. İş bundan sonra kararlaştırıldığı şekilde yapıldı. Aydos hisarı halkı, Türklerin korku ve yılgınlıktan çekildiklerini zannederek sevinçten kendilerinden geçip, yiyip içmeye başladılar. İşin nereye varacağından habersiz, sarhoş oldular. Abdurrahmân Gâzi mektupta belirtilen gece, yanında seksen yiğitle kızın dediği yere geldi. Kız, Gâzi Abdurrahmân’ı bekliyordu. Onun geldiğini görünce, hisar bedenine ip bağlayarak aşağıya sarkıttı. Abdurrahmân Gâzi bir örümcek misâli ipe tırmanarak kaleye çıktı. Arkasından bir avuç bahadırı da kaleye çıkardı. Kızın tavsiyesine uyarak kale kapılarını bekleyen askeri zararsız hâle getirmek üzere hisarın kapısına vardılar. Sızmış, uyuyan kapıcının yatağında buldukları kale anahtarları ile hisar kapısını açtılar. Plân gereğince dışarda hazır olan Akça Koca ve gâziler içeri girerek kaleyi ele geçirdiler. Böylece Aydos kalesi fethedildi.

Kalenin fethinden sonra Abdurrahmân Gâzi, tekfur ile kızını ve pekçok ganimeti Yenişehir’de bulunan Orhan Gâzi’ye götürüp teslim etti. Keremli pâdişâh Orhan Gâzi, âlemin tek sahibi yüce Allah’a şükürler ettikten sonra Aydos kalesi tekfurunun gönüller alan güzel kızını Abdurrahmân Gâzi ile nikahladı ve sayısız ganimetlerle mükâfatlandırdı. Evliliklerinden Karaca Abdurrahmân adıyla tanınan bir oğulları oldu. Bu delikanlı öyle bir mücâhid oldu ki, İstanbul’da yaşayan kâfirler rahat ve huzuru unuttular ve gözlerine uyku girmez oldu. Bizans kadınları çocuklarını; “Karaca Abdurrahmân geliyor, ağlama!” diye korkuturlardı.
[/toggle]

Abdurrahmân Gâzi’nin ismi söylendikte akla, Aydos kalesi; Aydos kalesi denince de Abdurrahmân Gâzi gelir. Bu kale feth edilirken vuku bulan kale kumandanının kızı ile Abdurrahmân Gâzi’nin macerası gerek Rum ve gerekse Türklerin hafızalarında silinmez izler bırakmıştır

Abdurrahmân Gâzi, İzmit’in fethinde de büyük hizmetlerde bulundu. Samandra tekfurunun fidyesi bahanesiyle İzmit’e gitti. Kaleyi inceleyen ve çevreyi tanıyan Abdurrahmân Gâzi, geldiğinde İzmit’in nasıl alınabileceğini Orhan Gâzi’ye bildirince, Pâdişâh da onu orduya rehber ve öncü tâyin etti.

Mücâhidlerin tedbir, gayret ve îmânları neticesinde küfrün en büyük kalelerinden İzmit de fethedilmiş, çan sesi yerine burçlarda ezân-ı Muhammedi okunmaya başlanmış oldu. Ömrü, muhârebe meydanlarında, İslâmiyet’e hizmetle geçen Abdurrahmân Gâzi, 1329 yılında vefât etti.

Kaynaklar;
1) Tevârih-i Âl-i Osman (Âşıkpaşazâde, İstanbul-1332); sh. 33
2) Kitâb-ı Cihân-nümâ (Mehmed Neşri, Ankara-1987); cild-1, sh. 139
3) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 15
4) Osmanlı Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 117.
5) Devlet-i Osmaniyye Târihi; (Hammer); cild-1, sh. 93
6) Devlet Kuran Kahramanlar; (Safa Öcal, İstanbul-1987); sh. 90

Ertuğrul Gazi (k.s.)

Bilecik – Söğüt’de

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gâzi’nin babası. Gündüz Alp’in oğludur. Oğuzların kayı boyundandır. Cengiz’in İslâm memleketlerini talan ettiği sırada, babası, Selçuklu topraklarında yaşamak üzere kabilesiyle beraber ülkesini terk etmiş, Amu Deryâ’yı geçip Oğuzların yoğun olduğu Aral havzasına gelmişti. 1220’lerde Horasan’ın kuzey sınırına, oradan Karakum çölünün güneyine, oradan da Merv yoluyla Ahlat’a ulaşmıştı. Moğol istilâsının buralara kadar ulaşması üzerine kabilesine daha uygun bir yer arayan Gündüz Alp, Erzincan’a doğru hareket etmiş, Pasin ovasında Sürmeli çukura geldiklerinde hastalanarak vefât etmişti.

Babalarının vefâtından sonra Ertuğrul Gâzi kabileye reis seçildi ve ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu, kendilerine tâbi kabile mensuplarıyla beraber Ahlat’a geri döndüler. Ertuğrul Gâzi ise, kardeşi Dündâr Bey ile beraber batıya hareket etti. Sivas yakınlarına gelip konakladığında, Selçuklu ordusu ile büyük bir Moğol birliğinin kıyasıya çarpışmakta ve Moğolların Selçuklu ordusunu bozmak üzere olduğunu gördü.

Yiğitlik ve erliğin bütün vasıflarını üzerinde toplayan Ertuğrul Gâzi, İslâm’ın ve Türk’ün şânından olan zâlime karşı mağdura destek olmakta zerre kadar tereddüd etmedi. “Mağlûba yardım etmek erlik olur. Hızır gibi, bunalmış zamanlarında çaresizlere yardıma yetişerek ellerinden tutalım” diyerek, Selçuklu saflarına katılıp, Moğollara karşı saldırıya geçti. Bir kaç yüz kişilik bu kuvvetin civanmertliği üzerine savaşın seyri değişti ve kısa sürede Moğol kuvvetleri darmadağın oldu. (Bu savaşın, Haremzşahlarla yapılan Yassıçimen Savaşı olduğu da rivayet edilmektedir.)

Savaştan sonra, Selçuklu sultânı Alâeddîn Keykubâd, Ertuğrul Gâzi’ye iltifatlarda bulundu. Hil’at giydirdi ve Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince Ankara yakınındaki Karadağ mıntıkasında oturmak için toprak verdi (1230).

İznik İmparatorluğu ile Selçuk hududunda sürekli çarpışmalar üzerine sultan birinci Alâeddîn Keykubât 1231’de bir ordu ile Sultanönü civarına geldi. Bütün maiyyeti ile beraber yanında yeralan Ertuğrul Gâzi’yi öncü kuvvetlerine komutan yaptı. Ertuğrul Gâzi, Rum ordusu üzerine yürüyünce, imparator Theodor Laskaris’in Rumeli’den yardımcı çağırdığı Aktav tatarlarıyla karşılaştı. Yenişehir ovasında üç gün gece-gündüz devam eden şiddetli çarpışmalar sonunda düşmanı bozup, İnegöl’e kadar tâkib ederek pek çok ganîmet aldı. Elde ettiği bu büyük başarıdan sonra Eskişehir Söğüt mevkiinde sultan Alâeddîn’le buluşan Ertuğrul Gâzi mükâfatlandırıldı. Söğüt ve Saraycık mahalleri kışlak, Domaniç dağı da yaylak olmak üzere kendisine verildi.

Ertuğrul Gâzi Anadolu’ya geldikten kısa bir müddet sonra, Selçuklu Devleti çökmeye yüz tutmuş, Anadolu parça parça olmuştu. Türk uç beyleri, Selçuklulardan boşalan yerleri doldurmaya ve yeniden güçlü bir devlet kurmayı tasarlıyorlardı. Anadolu’da irşâd ve gazâ yapan gönül sultanları, tasavvuf ehli âlimler ile dervişler yeniden toplanmayı teşvik ediyorlar ve istikbâlde kurulacak yeni bir Türk devleti müjdeliyorlardı.

Ertuğrul Gâzi aşîreti ile beraber gelip Söğüt ve Domaniç’e yerleşti. Bu yıllarda bölgede bulunan Germiyan’ın babası Alişir ve Çavdar adlı bir tatar, el altında tuttukları kuvvetlerle halkı tedirgin edip; pazar ve hayvanlarını talan ederek geri dönerlerdi. Ertuğrul Gâzi buraya yerleşince, bunlara mâni oldu. Bizans kale ve şehirlerinin hâkimi olan hıristiyan tekfurlarla da iyi anlaştı. Adaleti, halka olan iyi muamele ve yardımları o kadar çoktu ki, hıristiyan tebea bile onu yürekten sevip sayıyordu. Bu sevgi ve bağlılık o kadar fazla idi ki, Söğüt’te bulunan hıristiyan zımmîler, Ertuğrul Gâzi vefât edince, çiftliğinin yarısı ile bir bağı onun ruhu için vakfedip kâdı emrine vermişlerdi.

Söğüt’e yerleşmesinden bir kaç sene sonra Karacahisar tekfuru, bölgedeki müslüman ahâliyi rahatsız etmeye başladı. Ertuğrul Gâzi de sultan Alâeddîn’i savaşa teşvik etti. Sultan Alâeddîn’le beraber Karacahisar kalesini kuşattılar. Uzun süre yapılan şiddetli savaşlardan sonra tekfur barış istediyse de kabul edilmedi. Bu sırada Moğolların Ereğli’yi alma haberi geldi. Sultan kaleyi fethetme işini Ertuğrul Gâzi’ye bırakarak Moğolları karşılamaya gitti. Bir müddet daha devam eden muhasaradan sonra Ertuğrul Gâzi kaleyi fethetti. Tekfuru yakaladı. Elde edilen ganimetin beşte birini Sultan’a gönderip kalanını Gâzilere dağıttı.

Selçuklu sultânı Alâeddîn Keykubâd’ın vefâtına kadar etrafın fethi ve İslâmiyet’in yayılması için bütün gayreti ile çalıştı. Sultan’ın vefâtından sonra, Söğüt uç bölgesinde Bizans’la mücâdeleye devam etti. 1281 yılında 92 veya 96 yaşında vefât ederek yine Söğüt’e defnedildi (Bkz. Osman Gâzi).

Ertuğrul Gâzi, çevresinde bulunan beyliklerin ve devletlerin durumlarını ve siyâsî şartları gayet iyi değerlendirirdi. Komşuları ile dâima iyi geçinerek aşiret ve tebeasını güçlü bir durumda, huzur ve rahat içinde yaşattı. Çıplakları giydirip donatır, dul kadınlara, fakirlere, düşkünlere dâima yardım ederdi.

Ertuğrul Gâzi’nin görevi bu kadardı. Geldi… Yarım asır adalet ve huzur içinde yaşattığı bölge halkı yanında, hıristiyanlara da İslâmiyet’i sevdirip gitti. Bundan sonra doğudan gelen Horasan erenleri Alp ve Abokul gibi adlarla anılan mürşidler, bu ve bunun gibi Türk oymaklarına yegâne gayenin cihâd ve İ’lâ-yı kelimetullah (Allahü teâlânın ism-i şerifini yüceltmek, İslâm’ı yaymak) olduğunu aşıladılar. Sonra bu gayenin gerçekleştirilmesi için lüzumlu olan bilgi ve tecrübeyi verip, yol gösterip teşkilâtlandırarak sevk ve idare ettiler. Harblerle aldıkları Bizans topraklarını tamamen Türk-İslâm toprağı hâline getirmek için muazzam bir faaliyete giriştiler. Bu faaliyetler; harcanan büyük enerji, dehâ, İslâm’ın adaleti ve en önemlisi erenlerin duâsı bereketiyle kısa zamanda müsbet neticeler verdi. Derviş Gâziler, bir memleket ve şehri fetheder etmez bâzıları derhâl oraya yerleşip, kalan kısım daha ileri yürüdü. Arkadan dâima taze kuvvet yetiştirildiği için, bu yürüyüşün ardı arkası kesilmedi. Fethedilen şehir ve beldelerde; câmiler, medreseler, tekkeler, hastaneler, kervansaraylar, imâretler, çeşmeler, yollar ve köprüler… yapıldı. İslâmî tedris, eğitim ve öğretim başladı. İçtimâi yardım müesseseleri faaliyete geçirildi. Elde edilen topraklarda âsâyiş, sulh ve sükûn te’min edildi.

Ertuğrul Gâzi’den sonra Osman Gâzi ile yeşerip sonrakilerle büyüyen, denizleri, diyarları, ülkeleri, iklimleri, kıt’aları muhteşem dalları arasına alacak çınarın gölgesi altında bütün insanlık, Asr-ı seâdetten sonra bir daha görüp hayâl edemediği bir şekilde, tam altı asır yaşadı.

Nitekim şâirin dediği gibi;

Biz ol nesl-i kerim-i dûde-i Osmâniyânız kim,
Muhammerdir serâpa mâyemiz hûn-i şehâdetten.
Biz ol âlî-himem erbâb-ı cidd-ü ictihadız kim,
Cihângirâne bir devlet çıkardık bir aşîretten.
Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmâniyânız kim.

Kaynaklar ;
1) Tâc-üt-Tevârih; cild-1. sh. 26
2) Âşıkpaşazâde Târihi; sh. 15 v.d.
3) Oruç Bey Târihi; sh. 22
4) Aşiretten Devlete; sh. 58
5) Devlet Kuran Kahramanlar (Safa Öcal, T.D.A.V); sh. 1 v.d.
6) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-2, sh. 241-250
7) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-2, sh. 25
8) Rehber Ansiklopedisi; cild-5. sh.178
9) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-3, sh. 832
10) Neşrî Târihi; cild-1, sh. 61 v.d.
11) Meşâhir-ül-islâm

Dursun Fakih (k.s.)

Bilecik – Küre köyüne 3km mesafe’de.  Bilecik – Söğüt yolu üzerinde

Tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi. Şeyh Edebâlî hazretlerinin dâmâdı. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağıdır. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etmiştir.
Aslen Karamanlı olup, hocası Edebâlî’nin hemşehrîsidir. Çeşitli ilimleri, Edebâlî’den tahsil edip, tefsîr, hadîs ve fıkıh bilgilerinde âlim, tasavvufta yüksek derecelere sahip oldu. Kalbi, kötülüklerin pisliklerinden temizlendi. Zühd ve takvâda, güzel ahlâkta, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakta, insanlara doğru yolu göstermekte çok ileri idi. Osman Bey zamanında, gazâ ve fetihlere iştirâk eder, gazilere imamlık yapar va’z ve nasihatlerde bulunurdu. Karahisar’da ilk Cum’a namazını , Eskişehir’de ilk bayram namazını o kıldırdı.

Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı’nın, İlhanlı Gazân Hân tarafından İran’a götürülmesi üzerine devlet parçalandı. Her önüne gelen bey, herkes, sığınacak yer arar oldu. Haber Osman Bey’in meclisine ulaştı. Mecliste hazır bulunan Osman Bey’e, hatîb ve va’izi Dursun Fakîh şu teklifi yaptı: “Beyim! Cenâb-ı Hak size, sığınacak yer arayan müslümanları bir araya toplayıp idâre etmek basiretini ve gücünü ihsân etmiştir. Allahü teâlânın inâyeti, duâ ordusunun himmet ve bereketi, gazâ ordusunun kuvvet ve kudretleriyle çevrenizdeki tekfurları dize getirip, birçoklarının topraklarını mülkünüze dâhil ettiniz. Şimdi sıra Anadolu topraklarını ehil olmayanların elinden kurtarıp, ahâlisini huzûra kavuşturmaya gelmiştir. Müsâade buyurun da, adınıza hutbe okuyup, sizi sultan ilân edelim” dedi. Sultan düşünüp, istişâre etti. Dursun Fakîh’e hak verdi. O gün Dursun Fakîh, Osman Gazi adına hutbe okuyup, beyinin sultanlığını ilân etti.  Dikkat edilirse Osman Gazi’nin aklında bir devlet fikri yoktur. Onu buna hazırlayan , inandıran, sürükleyen, gayretlendiren yine ” Veliler’‘ olmuştur.

Dursun Fakih , adı üstünde Fakih’dir. Osmanlı tarihinde bilinen ilk ” Şeyhülislam” da odur. Genç devletin bütün müesselerini Şeyhi Edebali hazretleri ile beraber kurarlar.

Dursun Fakîh okuduğu hutbelerde, va’z ve nasihatlerinde gazilerin gazâ şevkini artırıcı sözler söylerdi. Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ) ve O’nun mübârek Eshâbının (radıyallahu anhüm), güzel ahlâk ve örnek yaşayışını anlattı. Hatta halkı ve oruduyu yüreklendirmek için Hz. Ali’nin kahramanlıklarını anlatan Dasitan-ı Muhammed Hanefi ve Sandık hikayesi adlı iki cenkname de kaleme almıştır. Onun kaleme aldığı bu cenknameler  ; Osman Gâzî’nin seçme yiğitlerini, Allahü teâlânın dînini yaymağa, insanlara merhametli davranıp zarar vermemeye çok gayret ettiler. Herkese iyilik edip, hayırlı amel işlediler. Nefislerini terbiye edip, ebedî saadete kavuşmak için gayret gösterdiler. Bu husûslarda Dursun Fakîh’in askerler üzerinde çok büyük te’sîrleri oldu.

Osman Gazi 1302’de memleketi beş idare bölgesine ayırıp, Bilecik’in idaresini Şeyh Edebali hazretlerine bıraktı. Dursun Fakih bundan sonra Şeyh Edebali‘nin yanında kalıp onun yerine tefsir okuttu ve fetva ilerini yürüttü. Edebali hazretlerinin vefatından (1326) sonra zaviyenin Şeyhlik makamına oturdu.1330’da İznik Orhan Gazi tarafından alındıktan sonra Bilecik Kadısı olan Çandarlı Kara Halil, İznik Kadılığına getirildi. Bu tarihten itibaren Bilecik Kadılığı vazifesi de Dursun Fakih’ e verildi. Dursun Fakih’in bu görevde iken vefat ettiği sanılmaktadır. Dursun Fakih’in kabri şerifi Bilecik2in 10 km uzağındaki Küre köyüne yakın bir tepe üzerindedir. Aynı zaman Şeyhi Edebali hazretlerinin yanında da bir makamı vardır.

Kaynaklar ;
1) Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 1
2) Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012

Molla Hattab Karahisari (k.s.)

Bilecik – Orhangazi camii yanındaki Şeyh Edebali türbesi içerisinde

Sultan Osman Gazi döneminin alimlerinden olup tam adı Hattab b. Ebu’l- Kasım El- Karahisari’dir. Doğduğu beldede devrin alimlerinden ilim tahsil ettikten sonra Şam diyarına giderek oranın bilginlerinden ders almıştır. Fıkıh , Tefsir ve Hadis ilimlerini tahsil ettikten sonra kendi beldesine dönmüş ve Bilecik de vefat etmiştir.
Şeyh Ömer Nesefi’nin Hilaf ilmiyle ilgili bir şerh yazmış ve bu çalışmasını H. 717 yılında yayınlamıştır.

Kaynak ;Taşköprülüzade İsamuddin Ebu’l Hayr Ahmed Efendi , Eş-Şakaiku Numaniyye Ulema Devleti Osmaniyye , İz yayınları , 2007

Şeyh Edebali (k.s.)

Bilecik – Şehir Merkezinde Orhangazi caminin yanındaki Türbesinde.

Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmeti geçen büyük İslâm âlimi. Osman Gâzinin kayınpederi ve hocası. Karaman civârında 1206 (H.603) yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. 1326 (H.726) yılında Bilecik’te vefât etti.

İlk tahsîlini memleketinde yaptıktan sonra Şam taraflarına gitti. Hadîs-i şerîf, tefsîr ve fıkıh ilimleri tahsîl etti. Tasavvuf yoluna meyletti. Zamânının büyük âlimlerinden feyz aldı. Memleketine döndü. Bir rivâyette Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin sohbetleri ile kemâle geldi. Bu esnâda Selçuklu Devleti çöküntüye doğru gidiyor, Anadolu’da bir karışıklık hüküm sürüyordu. Moğolların önünden kaçan Oğuz boyları Anadolu’ya büyük gruplar hâlinde gelerek çeşitli bölgelere yerleşiyorlardı. Bu boylardan biri de önce Karacadağ, sonra da Söğüt mıntıkasına yerleşen Kayılar idi ve başlarında Ertuğrul Bey bulunuyordu. Daha ilk zamanlardan îtibâren Ertuğrul ve oğlu Osman Gâzinin başından geçen hâdiseler ve onların velîler ile olan münâsebetleri büyük bir devletin müjdesini veriyordu.

Ertuğrul Gâzi bir gece ulemâdan bir kimseye misâfir oldu. Sohbet esnâsında Ertuğrul Gâzi, yüksekçe bir yerde duran kitabı göstererek ne olduğunu sordu. Ev sâhibi; “Bu kitap Allahü azîmüşşân hazretlerinin Resûl-i ekremine indirdikleri Kur’ân-ı kerîmdir.” cevâbını aldı. Sonra ev sâhibi uyumak için gittiğinde, Ertuğrul Gâzi mushafın bulunduğu odada sabaha kadar mushaf-ı şerîfin huzûrunda hürmet ve tâzim ile ayakta durdu. Fakat sabaha karşı bir ara dayanamayıp uykuya daldı. Bu sırada rüyâda kendisine; “Sen benim kelâmıma hürmet ve tâzimde bulundun, ben de senin evlâdına kıyâmet gününe kadar dâim olacak bir ulu devlet ihsân eyledim.” diye hitâb olunduğunu işitti.

Diğer taraftan Ertuğrul Gâzi zaman zaman Konya’ya gelir ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini de ziyâret ederdi. Bir gelişinde henüz küçük yaşta olan Osman Gâziyi de berâberinde Mevlânâ’ya getirip hayır duâlarını ricâ etti. O sırada Selçuklu Sultanı bulunan kimsenin, Kalenderî tarîkatinden olan bir şahsa bağlandığını işiten hazret-i Mevlânâ; “Hoş şimdi hükümdâr kendine bir baba bulduysa, biz de kendimize bir oğul bulduk.” diyerek küçük Osman’ın elinden tuttu ve hayır duâlar eyledi.

Bu hususta üçüncü büyük müjde ise, Osman Gâzi ile Şeyh Edebâlî hazretleri arasında cereyân etti. Edebâlî hazretleri Konya’dan gelerek cihâd sınırının en uç bölgesi olan Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde yerleşmişti. Burada tâliplerine ilim öğretmek, insanlara huzur dağıtmakla meşgûl olurdu. Dînî meselelerde herkes ona mürâcaat eder, dünyâ ve devlet işlerini ona danışırdı. İslâm dünyâsında eskiden beri mevcûd olan “Fütüvvet ehli” ve Anadolu’da mühim bir yer tutan “Ahîler” ile irtibâtı vardı. Ayrıca Ertuğrul Beyin oğlu Osman Bey de bu büyük âlimi sık sık ziyârete gider, ilim ve feyzinden istifâde ederdi. Edebâlî hazretlerinin kendi parasıyla yaptırıp talebelerine ders verdiği Bilecik’teki zâviyesini ziyâretlerinden birinde, Osman Bey bir rüyâ gördü. Rüyâsını hocası Edebâlî hazretlerine anlattı. Osman Beyin rüyâsında, Edebâlî hazretlerinin koltuk altından çıkan bir nûr, gelip Osman Beyin göğsüne girdi. O nûrun girmesiyle, Osman Beyin karnından bir ağaç peydâ oldu. Birden dallanıp budaklandı. Dalları çok yükseklere ulaştı. Altındaki nice dağlar ve nehirleri gölgeledi. Onun gölgesindeki dağ ve nehirlerden birçok insan gelip istifâde etmeye başladığı sırada, Osman Bey uyandı. Edebâlî hazretleri, Osman Beyin böyle bir rüyâ görmesine çok sevindi. Onun yapacağı büyük hizmetlerde, kendisinin de nasîbi olmasına çok şükretti. Osman Beyin bu güzel rüyâsını şöyle tâbir etti: “Oğul sen, Ertuğrul Gâzi oğlu Osman, babandan sonra “Bey” olacaksın, kızım Mâl Hâtunla evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur. Sizin asîl ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek. Onlar, nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar. Allahü teâlâ, nice insanın huzur ve saâdete kavuşmasına, dîn-i İslâmla şereflenmesine senin neslini vesîle edecek.” dedi. Osman Beyi tebrik etti. gözünün nûru kızını, bu mübârek insana nikâh etti.

Osman Beyin, Mâl Hâtunla izdivâcından Orhan Bey dünyâya geldi.Edebâlî hazretleri, dâmâdı tarafından kurulan Osmanlı Devletine mânevî güç verdi. Sultan Osman Gâzinin hürmet ettiği, her hususta istişâre edip danıştığı en yakın yardımcılarından oldu.

Osman Gâzi, Yenişehir’i aldıktan sonra memleketi beş idârî bölgeye ayırdı. Karacahisar’ı oğlu Orhan Beye, Subaşılığını da kardeşi Gündüz’e verdi. Yarhisar’ı Hasan Alp’a, İnegöl’ü Turgut Alp’a verdi. Kaynatası Edebâlî’ye Bilecik gelirini timar verdi. Hanımını babası ile Bilecik’te bıraktı. Kendisi Yenişehir’e giderek yanındaki gâzilere evler yaptı.

Şeyh Edebâlî, Bilecik’te fıkıh, tefsîr ve hadîs ilimleri üzerinde dersler verdi. Bu sûretle son günlerini Bilecik’te geçiren Edebâlî hazretleri 120 yaşlarında iken 1326 (H.726) yılında vefât etti. Cenâzesi, yıllarca huzur saçarak insanlara saâdet yolunu gösterdiği zâviyenin yanına defnedildi. Eskişehir’de Odunpazarı üstündeki kabristanda da bir makâmı vardır. Yerine kendi talebesi Dursun Fakih geçip, ders verdi.

Edebâlî hazretlerinin Rahmet-i Rahmâna kavuşmasından bir ay kadar sonra Mâl Hâtun, dört ay sonra da Osman Gâzi vefât ettiler. Edebâlî hazretlerinin feyz ve bereketleri, yol göstermesi ile altı asırdan fazla devâm edecek olan cihan devletinin temellerini atan Osman Gâzi, âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini de belirttiği vasiyetnâmesinde kendisinden sonra gelecek oğluna dolayısıyla evlâtlarına şunları vasiyet etti:

“Allahü teâlânın emirlerine muhâlif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini, dînimizin ulemâsından sorup anlayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, dînimizin âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum.” Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarıldı. Bu vasiyetnâme, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası oldu.

Altı asır, insanlara huzur ve saâdet, onların eli, onların yardımı ile dağıtıldı. Allahü teâlâ, o büyük devleti bu mübârek insanlara nasîb etti.

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

ASIL ÖLÜM…

Edebâlî hazretlerinin vefâtlarına yakın talebelerine vasiyet mâhiyetinde söylediği sözlerden bâzıları şunlardır:

“Tevâzu; zenginlere karşı kibirli, yoksullara karşı alçak gönüllü olmaktır.”

“Toprağa bağlanınız, suyu isrâf etmeyiniz, mîrâsınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz, veriniz, elleriniz yumuk, kapalı kalmasın, ilim sâhiplerini koruyunuz, ağaç dikiniz, ödünç aldığınızı fazlası ile iâde ediniz, Kur’ân-ı kerîmi güçlü olmak için okuyunuz, bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız, Peygamber efendimizi çok iyi tanıyınız. Hadîs ezberleyiniz, bildiklerini öğretenler unutulmazlar.”

“Asıl ölüm, ilimden payını almayanlar içindir. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sâhipleridir.”

KAYNAKLAR

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.20
2) Kâmûs-ül-A’lâm; c.2, s.817
3) Rehber Ansiklopedisi; c.4, s.330
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1132
5) Tâc-üt-Tevârih; c.5, s.1-2
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.110

Şeyh Muhlis Baba (k.s.)

Şeyh Muhlis Baba

Bilecik – Orhangazi camii yanındaki Şeyh Edebali türbesi içerisinde

Osman Gazi döneminin tanınmış şeyhlerinden biridir Hak aşığı Muhlis Baba. Karamanoğullarının diyarını yurt tutmuş, Osman Gazi’nin fetihlerine katılmıştır.
Duası kabul gören , ehli sülük , büyük kerametler ve yüce makamlar sahibi bir hişiliktir. Yüce Allah azizi sırrını mukaddes kılsın.

Kaynak ;Taşköprülüzade İsamuddin Ebu’l Hayr Ahmed Efendi , Eş-Şakaiku Numaniyye Ulema Devleti Osmaniyye , İz yayınları , 2007