Somuncu Baba – Aksaray

Aksaray – Ervah Kabristanındaki türbesinde

Asıl adının Abdullah olduğu anlaşılan Şeyh Hamîdüddin kaynakların pek çoğunda Kayserili diye gösterilir. Atalarının Türkistan’dan geldiği rivayet edilen Hamîdüddin Aksarâyî, ilk tasavvufî eğitimini babası Şeyh Şemseddin Mûsâ’nın yanında aldıktan sonra Dımaşk’a giderek zâhirî ilimleri öğrenir. Onun Dımaşk’ta Bâyezîdiyye Hankahı’nda uzun yıllar bir şeyhe hizmet ettiği, Bâyezîd-i Bistâmî’nin ruhaniyetiyle terbiye edildiği ve Üveysî olduğu kaydedilir. Diğer taraftan, asıl şeyhinin Safeviyye tarikatının pîri Safiyyüddin Erdebîlî’nin torunu Alâeddin Erdebîlî (ö. 1429) olduğu vurgulanmaktadır. Bu kaynaklarda, Hamîdüddin’in Dımaşk’ta iken aradığı iç huzuru bir türlü bulamayıp mürşid aramak için yola çıktığı, Tebriz yakınlarındaki Hoy şehrinde yaşayan Şeyh Alâeddin Erdebîlî’nin yanına gittiği, zikir meclisine katıldığı ve ona intisap edip tasavvuf yolunda büyük ilerlemeler kaydettiği belirtilmektedir.

Hamîdüddin Aksarâyî, Erdebil Tekkesi’nde seyrü sülûkünü tamamladıktan ve bir süre inziva hayatı yaşadıktan sonra şeyhinin emriyle Anadolu’ya dönüp Bursa’ya yerleşir. Sarı Abdullah Efendi, Alâeddin Erdebîlî’nin Somuncu Baba’ya hilâfet verip Anadolu’ya gönderirken yanındakilere, “Diyâr-ı Acem’de emanet olarak bulunan esrâr-ı ilâhiyye onunla birlikte diyâr-ı Rûm’a intikal etti” dediğini rivayet eder. Somuncu Baba’nın Bursa’ya geldiği ilk yıllarda pek ön plana çıkmadığı ve kendini halktan gizlemeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde onun eşeğiyle ormandan odun getirip bu odunlarla ekmek pişirdiği ve ekmekleri sırtına yüklenerek sokak sokak dolaşıp “somunlar, müminler!” diyerek halka dağıttığı rivayet edilir. Kendisine Etmekçi Koca veya Somuncu Baba lakabının verilmesi de bundan dolayıdır.

Somuncu Baba, bu şekilde halk içine karışıp melâmî meşrep bir hayat sürmekte iken Ulucami’nin açılışı sırasında Emîr Sultan tarafından hükümdarla (Yıldırım Bayezid) tanıştırılır. Hükümdarın damadı olan Emîr Sultan kendisine yapılan hutbe okuma teklifini, “Gavs-ı a‘zam şu anda bu şehirdedir, onların mübarek varlığı varken halka nasihat ve hitap etmeyi bize teklif etmek münasip değildir”, diyerek reddetmiş ve bu görevin Somuncu Baba’ya verilmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid, cuma namazını kıldırma ve hutbe okuma görevini Somuncu Baba’ya tevcih edince o da mecburen hutbeye çıkmak zorunda kalır, namazdan sonra verdiği vaazda Fâtiha sûresini yedi farklı şekilde tefsir ederek Molla Fenârî’nin karşılaşmış olduğu bir güçlüğü de halleder. Somuncu Baba’nın başta padişah olmak üzere herkesi etkilediği, hatta bu olaydan sonra Molla Fenârî’nin kendisine mürid olduğu rivayet edilir.

Bu olayın ardından sırrının açığa çıkması, halk ve iktidar nezdinde tanınan bir şahsiyet haline gelmesi, kendisine yönelik ilginin gitgide artması, halkın arasına karışıp sakin bir hayat sürmeyi daha çok tercih eden Somuncu Baba’yı bunaltır ve çareyi Bursa’dan ayrılmakta bulur. Onun Bursa’dan ayrıldıktan sonra Adana’da Ceyhan ırmağının kenarında bulunan Sîs Kalesi’nin dağ tarafındaki bir köyde Nebî Sûfî adında birinin evine yerleştiği, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin buraya gelip kendisini ziyaret ettiği söylenir.

Nebî Sûfî’nin evinde bir süre kaldıktan sonra önce Dımaşk’a giden, buradan Mekke’ye geçerek haccını eda eden Somuncu Baba hac dönüşü tekrar Sîs’e gelir, yanına Nebî Sûfî’yi de alarak Aksaray’a gidip yerleşir. Ömrünün geri kalan kısmını bu şehirde müridlerinin eğitimiyle meşgul olarak geçirdiği, Aksaray’da vefat edip orada defnedildiği ileri sürülür.

Sonraki dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda Somuncu Baba’nın asıl kabrinin Malatya’nın Darende ilçesinde bulunduğu konusunda farklı bazı görüşler öne sürülmüştür. Buna göre Somuncu Baba, adı geçen ilçenin Hıdırlık adı verilen bölgesinde oğlu Halil Taybî ile birlikte gömülüdür. Bu görüşün kaynağı olarak Somuncu Baba’nın soyundan geldiği söylenen Osman Hulûsi Ateş’in aile arşivindeki bazı belgelerle geç dönemlere ait bazı arşiv belgeleri gösterilmektedir.

Somuncu Baba’nın Yûsuf Hakîkî adında bir oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Babasının ölümünden sonra Hacı Bayrâm-ı Velî’ye intisap eden Yûsuf Hakîkî tasavvufa dair bazı eserler kaleme almıştır. Geç döneme ait arşiv kayıtlarında Halil Taybî isimli bir oğlunun daha varlığından söz edilmektedir. Darende’de yaşadığı anlaşılan Halil Taybî’nin hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Türk tasavvuf tarihinde Safevî-Erdebîlî geleneğini Anadolu’ya taşıyan bir mutasavvıf olarak önemli bir yere sahip bulunan Somuncu Baba’nın benimsemiş olduğu tasavvuf düşüncesinde melâmetî anlayış ön plana çıkar. Onun en önemli halifesi ve kendisinden sonra fikirlerinin Anadolu coğrafyasına yayılmasını sağlayan şahsiyet Akşemseddin ve Bıçakçı Ömer Dede gibi iki farklı meşrebe ve karaktere sahip şahsiyeti yetiştiren, II. Murad devri Anadolu sûfîliğine damgasını vurmuş Hacı Bayrâm-ı Velî’dir. Hacı Bayrâm-ı Velî, Bursa’da iken tanıştığı Somuncu Baba’ya intisap ederek tasavvuf yoluna girmiş, onunla birlikte Adana’ya, Dımaşk’a, Mekke’ye ve nihayet Aksaray’a gitmiş, bir süre sonra şeyhinin izniyle yaklaşık 1403-1405 yıllarında Ankara’ya yerleşmiş, vefatında yanında bulunmuştur. Somuncu Baba’nın diğer müridleri arasında Şeyh Şücâüddin Karamânî (Edirne’de vefât etti ve bu şehirde Debbağlar Mahallesindeki mescidi ve dergâhının bulunduğu yerde defnedildi), Şeyh Muzaffer Lârendevî ve Molla Fenârî’nin isimleri sayılmaktadır. Ayrıca daha sonraki dönemde Hacı Bayrâm-ı Velî’ye intisap eden Kızılca Bedreddin’in de başlangıçta Acem diyarından Anadolu’ya birlikte geldiği Somuncu Baba’ya bağlı olduğu rivayet edilir.

Onun döneminin diğer sûfîleriyle de yakın dostluklar kurduğu bilinmektedir. Yıldırım Bayezid’e kendisini “gavs-ı a‘zam” olarak tanıtan Emîr Sultan ve 1404-1405 yıllarına tekabül eden hac dönüşü Aksaray’a kadar giderek kendisini ziyaret eden Şeyh Bedreddin (1359-1420) bunlar arasında zikredilebilir. Somuncu Baba’nın Şerh-i Hadîs-i Erbâin, Zikir Risâlesi ve Silâhu’l-mürîdîn adlı üç eseri olduğu ileri sürülmektedir. Ancak kaynaklarda onun eser yazdığına dair bilgi bulunmaması, bu eserlerin eldeki nüshalarının oldukça geç tarihli olması bunların ona aidiyeti konusunda şüphe uyandırmaktadır.

Anlatılır ki, Alaeddin-i Erdebili, bir gün Hamid-i Veli’ye, “Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü tealanın dinini, insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!”, buyurdu. Ona böylece, insanları yetiştirmek için icazet verdi. Hocasının bu sözleri, bazı anlayışı kıt, hasetçi kimselerin, içlerinden Hamid-i Veli’ye buğz etmelerine sebeb oldu. Hace Alaeddin, Hamid-i Veli’yi bütün talebeleriyle birlikte, “Şemseddin-i Tebrizi Makamı.” denilen yere kadar uğurladı. Veda edip yanlarından ayrılınca, hased edenlerin de bulunduğu topluluğa dönerek, “Hamidüddin’in arkasından, gözden kayboluncaya kadar bakınız. Eğer dönüp bizden tarafa bakarsa, Anadolu’da onun ilminden istifade ederler. Şayet bakmazsa, onun ilminden hiçkimse istifade edemez.”, buyurdu. Orada bulunanlar merakla Hamidüddin’in arkasından bakmaya başladılar. Bu hali cenab-ı Hakkın izniyle anlayan Hamid-i Veli, gözden kaybolmadan önce iki defa arkasına baktı. Böylece onların hasedlerini giderdi. Türbesi Aksaray kabristanının ortalarındadır. 1980 (H.1400) senesinden itibaren, Aksaraylı Şahin Başer Beyin gayretleriyle türbesi yeniden onarılarak bugünkü hale gelmiştir. Hamid-i Aksarayi Hazretlerinin okuduğu kasideler, Aksaraylıların dillerinde dolaşmaktadır.

Aksaray’da 2011’de Uluslararası Somuncu Baba ve Kültür Çevresi adı altında Sempozyum düzenlenir. 2014’te türbesi yanına külliye yaptırılır. Valilik, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Belediye tarafından 2016 Ekiminde Anma Haftası düzenlenir.

Kaynaklar ; Aksaray Evliyaları , Abdulhalim Durma

Osman Hulusi Efendi

Osman Hulusi Efendi’nin kabri şerifi ; Malatya – Darende’de Somuncu Baba Külliyesinde

Son devrin Nakşibendi büyüklerinden olan Es-Seyyid Hacı Osman Hulusi Efendi, 12 Ağustos 1914 tarihinde Darende’nin Hacılar-Şeyhli mahallesinde  dünyaya gelmiştir. Soyu, babası Şeyhzadeoğlu sülalesinden Hasan Feyzi vasıtasıyla 24. kuşaktan neseb-i alîleri olan Somuncu Baba Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’ne, oradan da Hz. Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla 36. kuşaktan Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’e intikal eder. Bu neseb zincirleri validesi Fatıma Hanım tarafindan da ecdadı olan Taceddin-i Veli Hazretleri’nin vasıtasıyla yine alemlerin Peygamberine ulaşır.

Osman Hulusi Efendi, babasının büyük kardeşi olup genç yaşta vefat etmiş olan Ömer Osman Hulusi Efendi’nin adını almıştır. Bu adı babası vermiş ve büyük kardeşi Ömer Osman Hulusi Efendi’nin hatırasına olan saygıya binaen Osman Hulusi Efendi, babası ve çevresi tarafından “Efendi” adı ya da unvanı ile tanınmıştır.

Kendisinin ifadesine göre, annesi Osman Hulusi Efendi‘ye abdestsiz süt vermemiş ve daimi olarak İslamî bir atmosfer içerisinde yetişmiştir. Babasından aldığı ilk manevi terbiye ve sahip olduğu yüksek seciyelerin etkisi ile daha çocuk denilecek yaşta iken, 1919-1920 senelerinde Darende’ye teşrif eden İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’nin para mı istersin himmet mi sorusuna karşı, tereddütsüz olarak himmet isterim cevabını vererek manevi olgunluğunu göstermiş ve İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’ne intisap etmiştir. Çocuklukta başlayan tasavvufi atmosfer, kamil bir insana intisap etmesi ile onun için tasavvufi seyr-i süluka dönüşmüştür.

Osman Hulusi Efendi, ilk eğitimini babasından aldığı dini bilgilerin yanında, çocukluğunun geçtiği Şeyhli mahallesindeki camiin medresesine devam ederek almış, daha sonra Dutluk Sıbyan Mektebi’ne devam etmiştir. Bu sıralarda babası Hatip Hasan Feyzi Efendi ile birlikte yazları Hacılar’da, kışları ise Zaviye mahallesindeki evlerinde ikamet etmekte idiler. Ancak bir süre sonra daimi olarak Zaviye mahallesinde kalmaya başlamışlardır. Bu tarihten bir süre sonra, yeni alfabe kabul edilmiş ve 1923 yılında Darende’de Cumhuriyet ilkokulu açılmıştı. Bu okuta devam eden Osman Hulusi Efendi, 1928-1929 eğitim-öğretim yılında iyi derece ile okulu tamamlamıştır.

Ne var ki yokluk zamanlarında öğrenimine devam edemeyen Hulusi Efendi, babası tarafından gençliğinin en verimli yıllarında sanatkarlığa gönderilmiştir. Yine babasının teşviki ve kendi çabaları île eserlerinde en güzel bir şekilde kullanacak derecede Edebiyat, Farsça ve Arapça bilgisini ilerletmiştir. Bu arada geçimini sağlamak üzere ciltcilik, şirazelik, marangozluk, matbaacılık, dizgi, baskı, oymacılık ve mühür kazma işleri ile meşgul olmuştur. Bu sayede kendi kitaplannın cilt, dizgi ve şirazelerini de kendi elleriyle yapmıştır. Gençliğini gurbette ticaret yaparak geçiren Osman Hulusi Efendi, bir defa Cuma namazını kaçırınca “Beni ibadetime mani olan kazanca muhtaç etme Ya Rabbi” duasında bulunmuş ve ticareti bu nedenle bırakarak memleketine dönmüştür.

1940-1942 (26-28 yaş.) yılları arasında Diyarbakır ve Maraş’ta askerlik vazifesini yerine getiren Osman Hulusi Efendi, Şeyh Hamid Veli camii imam-hatibi olan babasi Seyyid Hasan Feyzi (k.s.) Efendi’nin 1945 yılında vefatı üzerine, Şeyh Hamid Veli Camii’nin boşalan imam-hatibliğine tayin edilmiştir. 1945 yilindan 1953 yılına kadar 8 sene bu vazifeyi fahri olarak yürüten Osman Hulüsî Efendi, bu tarihten itibaren camii şerifin kadrolu imam-hatibi olarak tayin edilmiştir. 1-31 Ekim 1969 tarihleri arasında katıldıkları imam-hatip ve müezzinler tekamül kurşunu Pekiyi derece ile bitirmiştir.

Osman Hulüsî efendi 42 yıl gibi uzun bir müddet ifa ettikten sonra 65 yaşını doldurduğundan dolayı 01.07.1987 tarihinde re’sen emekliliğe sevk edilmesi üzerine görevini mahdumları ve aynı zamanda manevi varisleri olan Hamid Hamideddin Ateş Efendi’ye devretmişlerdir.
Gençliğinde başlayan hizmet zincirleri ömürlerinin sonuna kadar insanlığa hizmetle geçmiştir. Bütün bu amiller ve şartlar kendilerinin kemal şifalının zirvelere çıkmasına vasıta olmuş, rıza, vera ve takva bütün incelikleriyle ta o zaman şahıslarında tekemmül etmiştir. Gençlik yıllarında beldesinin her sorunu ile ilgilenmiş bizatihi kendi gayretleri ile elektrik, su ve yol gibi hizmetlerin yapılmasında üstün gayretler göstermiştir. Keramete fazla önem vermeyen Osman Hulusi Efendi Hazretleri, güzel ahlakı, ilmi, hele ilahi aşkı her şeyin üstünde tutmuşlar, bilhassa ilim sahasında fetvaya muktedir bir seviyeye erişmişler. Verilen vehbi ilimle de bütün ilimlere vakıf olmuşlardır. O “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir” buyurarak bu uhdeyi kendilerine düstur kabul etmişlerdir.
Osman Hulusî Efendi, tasavvuf ve manevi aşkının etkisi ile söylediği şiirleri ile de irşad görevini yerine getirmiştir. Meşhur Divan-ı Hulusi-i Darendevi isimli divanı bu yönüyle önemli bir eserdir. Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak o keramete ehemmiyet vermeyerek, “Hüsn-ü ahlak her kemalin fevkindedir.” buyurarak bu umdeyi kendilerine düstur kabul etmişlerdir. Güzel ahlakı, ilmi, hele aşkı her şeyin üstünde tutmuşlar, ilme olan merakının ve teşviki ile birçok okullar, kurslar ve kütüphaneler yaptırmış, yirmiyi mütecaviz derneğin başkanlığını yapmış, hizmet sahasında bir insanın düşünemeyeceği kadar geniş ve inanılmaz faaliyetlerde bulunmuşlardır. İradeleri hizmet, sevgi, muhabbet ve insanlığa yardım ve irşad doğrultusunda tecelli etmiştir.

14 Haziran 1990 tarihinde rahmet-i Rahman(c.c)’a kavuşan Osman Hulusi Efendi’nin Kabri şerifi Darende ‘deki Somuncu Baba Külliyesindedir.. ..