Hz. Kab (r.a.)

İstanbul – Eyüp den Unkapanına giderken Ya Vedud caminin karşısında yer alan Hz.Kab caminin hemen yanında

Eyüp Sultan sınırları dahilinde, Anadolu yakasına geçerken Haliç Köp­rüsü ‘nün sağında kalan bir türbe vardır. Köprüden kuşbakışı görülebilen bu türbe, Ayvansaray Caddesi ‘nin sağında, çevre yolu ile surların ara­sında yemyeşil çimlerle kaplı bir alanda yer almaktadır. Yanında yine kendisi gibi bakımlı ve yeni yapıldığı belli olan ancak tarihi dokusunu koruyan bir cami bulunmaktadır. Türbe, caminin sur tarafındadır. İsmi Hz. Ka’b Türbesi’dir.Türbeye adı verilen Ka’b hazretleri’nin kim olduğu belli değildir. Kay­naklarda, türbeye ait kayıtlarda, kitabelerde sadece Ka’b ismi kulla­nılmaktadır. Hakkında bilgi verilmemektedir. Elimizdeki kaynaklarda, ismi Ka’b olan dört sahabeden söz edilmektedir. Bunların hayatlarıyla il­gili bilgi verilirken İstanbul’la bir alakaları gösterilmemektedir.

Ka’b b. Adi

Ka’b b. Adi (r.a.), Peygamber Efendimiz’in vefatından kısa bir süre önce Medine-i münevvere’ ye giderek Müslüman olmuş 25/646 yılı nda , Müslümanların fetih seferlerinden çok önce Mısır’da vefat etmiştir.

Kab b. Malik

Kab b. Malik ( r.a. ), Sevgili Peyga mberi mi z in meşhur üç şairinden birisidir. II. Akabe Biatı ‘ na ka tılmış , Mekkeli müşriklerin zulmünden bunalan Pe ygamberimiz’ i, Medine ‘ ye davet eden ensardan Medine’nin yerlilerindendir.

Tebük seferi dışında bütün gazvelere katılmıştır. Uhud Harbi ‘nde büyük kahramanlık göstermiş, onyedi yerinden yaralanmıştır. O, Peygamber Efendimiz ‘ in , Peygamber Efendimiz de onun zırhını giymiştir. Tebük se­ ferine katılmadığı için büyük üzüntü duyan, Peygamberimiz’in tavsiye­ sine uyarak haklarında Allah’ın hükmünü bekleyen üç sahabeden birisidir. Sahabeden kimsenin kendisiyle konuşmadığı, selam bile ver­ mediği elli günlük boykottan sonra, haklarında ayet indirilerek ken­ disinin ve iki arkadaşının bağışlandığı bildirilmiştir. Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybetmiştir. 50/670’de vefat etmiştir. Vefat tarihi ilk İstanbul seferine uygun düşmekle beraber bu kuşatmaya katıldığına dair bir bilgiye rastlanılmamıştır. Günümüzde türbeye yapıştırılan latin harfleriyle “Sahabeden Ka’b bin Malik” şeklindeki levhanın dayanağı bulunmamakta olup bir yakıştırmadır.

Kab Hücre (r.a.)

Hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgimiz olmayan Ka’b b. Hücre hazretle ri, hakkında fidye ayeti (Bakara 2/196) nazil olan sahabedir. Hayatının sonlarına doğru Kufe’ye yerleşmiş , ömrünün son günlerini Medine-i münevvere ‘ de tamamlamıştır. 672 ‘ de vefat etmiştir. Vefat tarihi birinci sefere iştirak etmeye müsait olmasına rağ men İstanbul kuşat masına katıldığına dair bilgi bulunamamıştır.

Ka’b b. Züheyr

Ka’b b, Züheyr (r.a. ), “Kasidei Bürde” isimli, Peygamberimiz’i anlatan şaheser şiiriyle tanınmıştır. Allah Resulü ‘nü hicveden şiirinden dolayı öldürülmesi emredilen Ka’b b. Züheyr hazretleri, 630’da Medine’ye giderek Müslüman olmuş ve meşhur “Baned Sü’ ad Kasidesi “ni okumuştur. Bu şiirdeki “Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah ‘ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır” beytini söylediğinde Resul-i Ekrem Efendimiz duygulanarak üzerindeki Yemen hırkasını (bürde) onun omuzlarına atmıştır. Ka ‘b b. Züheyr hazretlerine ait olduğu söylenen bu hırka bugün Topkapı Sarayı Müzesi ‘nde muhafaza edilmektedir. 24/645 ‘te vefat etmiştir.

Türbe, Ka’b. b. Malik veya Ka’b b. Züheyr adına yapılan makam olabileceği gibi, hakkında bilgi sahibi olamadığımız Ka ‘b isminde başka bir sahabeye ait olarak da kabul edilebilir. Bu şahsın, Peygamber Efendimizi görenlerden olmakla beraber, yeterince tanınmadığından elimizdeki kaynaklara geçmemiş bir sahabe olması da ihtimal dışı değildir.

Türbe

1950 yılında türbenin durumu
1950 yılında türbenin durumu

Türbe, vaktiyle evlerden oluşan bir yerleşim birimi içerisinde idi. 1973-1974 yıllarında Haliç Köprüsü ve çevreyolu yapımı için istimlak edilmiş ve türbe ile Hacı Hüsrev mescidi dışında tüm yapılar ortadan kaldırılmıştır.

17 . yüzyılın sonlarında yapılan asıl mescit , bugünkü yerinin biraz daha yukarısında bulunmaktaydı. Çeşme , maksem ve diğer birimleriyle , Haliç Köprüsü ve çevre yolunun yapımı sırasında, mahallenin ortadan kal­dırılmasıyla birlikte işlevsiz hale gelmiş ve harap olmuştu. Kalıntıları toprak yığınları arasında kalan kompleks, bugünkü yerine, mescit, çeşme ve maksemiyle birlikte 1998 yılında, aslına uygun olarak inşa edilmiştir.

Türbenin bulunduğu mahalle önceleri, Abdülvedud Mahallesi ve Çınar Mahallesi ismiyle anılıyordu. Hemen yanında Çınarlı Fırın ve Beylik Değirmeni bulunuyordu. Türbenin ne zaman inşa edildiği belirlenememiştir .

1251/1835 ve 1274/1858 tarihlerinde tamir edildiği tespit edilebilmektedir. 1274/1858 tarihli, tamirle alakalı yazışmalardan, türbeye ait bir türbedarlık ve türbedar meşrutası

1983 yılında Kab türbesi

bulunduğu anlaşılmaktadır. Bir zamanlar var olduğu belirtilen ahşap çatı ve ahşap sanduka yok olmuştur. Uzun süre bakımsız kalmış, büyük tahribata uğramıştır. 1980’li yıllara ait fotoğraflarda kabrin etrafında üstü açık dört duvar olduğu görülmektedir.

Dikdörtgen planlı türbenin dış cephesi 6,90×10,8 m.dir. Kuzeyinde, Haliç Köprüsü ‘ne bakan cephesinde dört adet demir parmaklıklı pencere ve bir kapı bulunmaktadır.
Ortadaki iki pencerenin ortasına gelecek şekilde, hemen üzerinde son­radan, “Mescidü’l-Ka ‘b” yazılı bir kitabe konulmuştur. Eskiden, kapının üzerinde bulunan sü­lüs hatla “Ashabdan Ka ‘b hazretleri” ya­zılan küçük mermer levha bugün yerin­ de değildir. Kabir, türbenin ku­ zeydoğu köşesinde pencerenin altında bulunmaktadır. 1,77 x 2,95 m. eba­ dında bir mermer kaide üzerine yer­leştirilmiş, üstüne de sanduka konul­muştur. Sandukayı çevreleyecek şekilde 4×2,55 m ebadında ahşap bir camekan yaptırılmıştır.

Kabrin ayak tarafının geldiği duvara mermer üzerine 42×50 cm. eba­dında kabartma şeklinde yazılan sarıya boyanmış sonradan yazılmış şu kitabe bulunmaktadır:
“Kudumlarla bab-ı sa ‘b
Yere göçmüş bila tü ‘b
Aman Ya Hazret-i Ka ‘b
Şefaate ir gör bizi. “

Altında da bu kitabenin Latin harflerine çevrilmiş şekli yer almaktadır.
Kabrin yer aldığı camekan bölme dışındaki alan mescit haline getirilmiş, sonradan, ahşap mihrap ve minber yerleştirilmiştir. Türbenin çevresi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarafından yeşil alan olarak düzenlenmiş, gezinti parkı haline getirilmiştir.

Kaynaklar ;
İstanbullu sahabeler , Dr. Necdet Yılmaz , Dr. Coşkun Yılmaz , Bilge Yayım Habercilik ve Danışmanlık , 2013

Hz. Hafir (r.a.)

İstanbul – Eyüp Eğrikapı ‘da Sur kapısının hemen önündedir

Eyüp Sultan hz’yle birlikte geldiği kuşatmada şehid düştüğü rivayet edilen sahabilerdendir. Bazı kaynaklara göre daha önce bilinmeyen bu kabir Sultan I. Mahmut Han devrinde (1730-1754) Darüssade Ağası Beşir Ağa tarafından keşfedilmiştir. Kabri şerifi Eğrikapıda Surkapısına bitişik vaziyettedir. Türbe kapısının hemen girişinde Sahaflar Şeyhizade Es’ad efendinin yazdığı meşhur Hattat Yesarizade Mustafa İzzet efendi’nin kamışından çıkmış güzel yazılı bir levha Ve üzerinde de Sultan II. Mahmut Han’ın tuğrası vardır. İstanbuldaki sahabe kabirlerinin 9 tanesinde bu tuğra bulunur.

Türbe kapısındaki yazı şöyledir.
”Şahi hayrat eser Hazret-i Han Mahmud’un
Ahdi adline bu mehed dahi oldu abad.
Öyle meşhed ki alemdarı Nebi dadarinin
Tahliye olmuş idi türbe-i envarı nihad
Böyle ta’zime seza yerleri ihya eyledi,
Zatına dense müceddid kim eder istib’ad
Mehneti nur ola ta ruh-i sahabide zemin
Ol şebin şevketini ede füzun Rabbi ibad
Oldu bu merkadin ihyasına Es’ad tarihi
Hafir’in ruhuu Sultan-ı cihan kıldı şad.
(1251- 1835) ”
”Himmetine hısn-ı kafir
Feth-i küşad bablar verir
Aman ya Hazreti Hafir
Şefaat et gör bizi . ”

Kaynaklar ;
İstanbul’da bulunan ashab-ı kiram kabir ve makamları ; Cafer E. Babadağlı ; Sarayburnu kitaplığı
İstanbul ve Anadolu Evliyaları ; Mustafa Necati Bursalı ; Şifa yayınevi
İstanbul ve Anadolu Evliyaları ; Pamuk yayınları

Lohusa Hatun

 

İstanbul Kasımpaşa’da ; Şişhaneden Kasımpaşa ya doğru inerken Şişli Dolmuş duraklarının hemen karşısı. Metroyagelecekler için Şişhane metro durağından indikten sonra Kasımpaşa ya doğru devam ediyoruz. Şişli Dolmuş duraklarının karşısı

Güzel İstanbulumuzun kadın evliyalarından birisi de Lohusa Sultandır. Lohusa Hatun çocuk sahibi olamadan vefat eden padişah kızıdır. Çocuğu olmayan kadınlar ona gelir, adakta bulunur ve hemen dilekleri yerine gelir. İstanbul’da zahiri ulemalarla, batıni ulemalar her zaman vardır. İşte sesi ile, sohbeti ile herkesi büyüleyen, aynı zamanda iç ve dış güzelliği dillere destan insan güzeli bir hoca varmış. Her genç gibi zamanının padişahın kızı da bu genç hocaya aşık olmuş, genç imam da onu sevmiş.

Yusuf güzeli imama bir hal olmuş, ne sohbet ediyor, ne de insanlara karışıyor. Annesi onun bu haline çok üzülüyormuş. Oğluna, derdini anlatmasını istemiş. O da: ‘’Benim derdim saraydadır. Eğer derdime çare bulmak istersen, Padişaha git kızını bana iste. Ben O’nun kızını bu vaazımda gördüm. İkimiz de birbirimizi seviyoruz’’ demiş.

Ama bu, korka korka saraya gitmiş. Oğlunun arzusunu padişaha iletmiş. Padişah pek öfkelenmiş: «Ne haddini bilmez adammış bu hoca» diye haykırmış. Ancak ana çok ısrar etmiş. Padişah da: «Kırk katır yükü altın getirsin vereyim» demiş. Ana bu isteği oğluna söyleyince, insan güzeli imam hemen yerinden kalkmış ve doğru bahçeye gitmiş, bahçenin toprağını kırk katıra yükleyerek saraya götürmüş, açılan torbaların içinden çil çil altınlar çıkmış.

Padişah da: «Kırk katır yükü altın getirsin vereyim» demiş. Ana bu isteği oğluna söyleyince, insan güzeli imam hemen yerinden kalkmış ve doğru bahçeye gitmiş, bahçenin toprağını kırk katıra yükleyerek saraya götürmüş, açılan torbaların içinden çil çil altınlar çıkmış.

Padişah bunun üzerine kızını vermek zorunda kalmış, kalmış ama: Beni kalbimden yaraladın, ben bu evlenmeye asla razı değilim. Evlat acısı çektirdin. Hak Celle de sana çektirsin diye beddua etmiş ve bu beddua tutacak ki yıllarca çocukları olmamış.

Bir gün Hacca gidip Ka’be’de yapılan duaların kabul olunacağı inancı ile orada Allah Teala Hazretlerine yalvarmaya karar vermişler. Ancak Lohusa Sultan yolda hastalanmış ve hamile olduğu anlaşılmış. Sevinç gözyaşları ile geri dönmüşler. Bu hastalıktan kurtulamıyarak birkaç gün içinde vefat etmiş. Şimdiki Şişhane’de türbesine defnedilmiş.

Zaman zaman hanımın türbesini ziyaret eden Hoca Efendi türbenin içinden bir bebek sesi duyar. Bunun üzerine kabri açmaya başlar. Genç hanımın cesedi sanki canlı, hiç bozulmamış, bir de göğsüne ağzını koymuş minicik bir bebek. İşte Lohusa Sultan bu…

Turabi Baba (k.s.)

İstanbul Kasımpaşa’da , Kuzey deniz saha komutanlığı ve Cezayirli Gazi Hasan paşa Okulunun karşısı . Turabi Baba Kütüphanesinin bahçesinde.

Beyoğlu, Camii Kebir Mahallesi Turabi Baba Sokağı’nda bulunmaktadır. Türbe, 19. yüzyıla tarihlenmek­tedir. Mimarı bilinmemektedir. Kitabesi yoktur. Tersane -i Amire’de çalışan Kadiri şeyhi Mehmed Turabi Efendi’ye ait­tir. Kasımpaşa’da bir tekke yaptıran şeyh vefat edince, tekkenin yanına türbesi inşa edilmiştir. Tamamen ortadan kalkmış olan tekkenin yanındaki türbe özgün hali korunmasa da günümüze ulaşmıştır.

Dikdörtgen planlı yapının çatısı düzdür. Dışındaki tuğla örgü, yapıya özgün bir hava katmaktadır. Haliç’e bakan cephenin ortasında bir çeşme vardır. Çeşmenin sağında ve so­lunda yuvarlak kemerli üçer pencere açılmıştır. Çeşmenin üze­rindeki kitabe 1889’da türbeyi tamir ettiren amiral Şükrü Paşa tarafından konulmuştur. Tavan eski gemi direkleri üzerinde durmaktadır. Tavan kısmında tersaneden çıkma demir rayları vardır. Turabi Baba’nın kabrini ahşap bir şebeke çevrelemek­tedir. Türbedeki tek mermer mezarda Mustafa Ağa med­fundur. Mezar taşında şu satırlar okunmaktadır:

Mimar-ı Musfafa idi bu karhanenin
Ziba kadırga yapmadan gayet olup seri
Mevla yoluna itdiği hizmet kabul olup
Daim cihanda melkenin ide Hak refi
Tarihini tazarru ile didi Haşimi
Ukbada Mustafa’ya Muhammed ola şefi

Türbede on üçü kişi medfundur. Altısının kimliği bilinmemektedir. Turabi Baba dışında türbede, ondan sonra gelen şeyhlerden Ahmed Efendi el Kadiri, Seyyid Halil Kadiri, Ali Kuzu el Kadiri, Hasan Rıza el Kadiri, Ali Rıza Efendi ve Kadırga mimarı Mustafa Ağa yatmaktadır.

2011 yılında başlanan  restorasyonu bitmiştir.

Kaynak ; İstanbul’un 100 Türbesi , Celil Civan , İBB Yayınları . 

Hz. Şube (r.a.)

İstanbul – Eyüp – Eğrikapı da Şişhane caddesi no :36

Tabiin’den mi yoksa sahabe den mi olduğu hakkında ihtilaf vardır.

Bir rivayete göre ; Bizans imparatoruyla yapılan bir anlaşma ile İstanbul’a girmelerine müsaade edilen sahabilerin şehri gezip Ayasofya’da namaz kıldıkları ve sonra şehirden çıkacakları sırada Bizanslı askerler tarafından saldırıya uğrayıp şehid düştükleri rivayet edilir ki bu sahabiler arasında Hz.Şu’be (r.a.) da varmış.

Hadikatül Cevami’de de şöyle yazıyor ;Hz. Şu’be’nin kabri eğrikabı semtinde Avcı Mehmet bey Mahallesinin Şişhane sokağındaki mescidin karşısında bulunan mektebin avlusundadır. Bu türbeyi tersane emini Mustafa efendi tamir ettirmiştir.Hazret-i Şu’be Tabiindendir.hz sube 3

Bununla beraber İbni Hacer askalani ”el-İsabe Fi Temyiz-is Sahabe”adındaki eserde Şu2be adında iki zatın varlığından söz ediliyor (C.2 s162-166)

– Şu’be İbni Tevem ..Hz. Ömer(r.a.) devrinde doğmuş olup tabiindendir.Nerede ne zamn öldüğü belli değildir.

– Şu’be İbni Tahim ibni Umeyr et-Tahevi.. Ölüm tarihi ve nerede gerçek hayatının geçtiği belli değildir. sahabedendir.

Herşeyin doğrusunu Cenab-ı Allah bilir.

Hz. Şu’be’nin Kabri şerifi 18. yy sonlarında tersane amiri Emini Mustafa Efendi tarafından tamir edilmiştir.

Kitabesi şöyledir ;

”Haze’l-merkadü’ş-şerif min Ashabi’l-Kiram Şu’be radiyallahu Teala anh ve nefe’anallalu bi-şefaatihi sene Hicret-i 46”

İki tarafında bulunan niyaz pencerelerinin üzerinde iki ayrı kitabede şunlar yazar ;

”Şefaat eylesin dersen Resulu

Ziyaret eyle Ashab-ı suru”hz sube 4

Kaynaklar;

İstanbul’da Bulunan Ashab-ı Kiram kabir ve makamları ; Cafer E. Babadağlı ; Sarayburnu Kitaplığı

İstanbul ve Anadolu evliyaları ,M. Necati Bursalı ; Şifa yay

11

Sirkeci Muslihiddin Efendi (k.s.)

İstanbul Kasımpaşa’da ; Sirkeci Muslihiddin camiinde.

Sirkeci Muslihiddin Efendi , Sirkeci Muslihiddin caminin banisidir. Bu zatın caminin yanında bulunan kuyudan kova ile su çektiği ve bu suyun sirke olduğu, bu sirkeyi satarak camii yaptırdığı rivayet edilir.(XVII. yy’da) Caminin mehrabının önündeki hazirede ise Musluihiddin efendi ve yakınlarının kabri bulunur.

 

Hüsameddin Uşşaki (k.s.)

İstanbul Kasımpaşa’da Pir Hüsamettin Sokakta Uşşaki Tekkesinin içerindedir. Otobüsle gelmek istersek ; Kasımpaşa da İplikçi fırın durağında indikten sonra Bilgi üniverisitesine doğru yürürken sağ taraftaki Pir hüsamettin sokakta. Dolapdere Gedizler Toyoto servisinin arka sokağında.

Evliyanın büyüklerinden ve Halvetiyye’nin Ahmediyye kolunun Uşşakiyye dalının piridir.¹

İsmi Hasan , lakabı Hüsamettin’dir. 1475 ( H.880 ) senesinde Buhara’da bir tüccarın oğlu olarak doğdu. Anadolu’ya gelip Uşak’ta yerleştiği için “ Uşaki ” denildi. Babasının vefatı üzerine ticaretle uğraşmaya başladı. Bir gece , rüyasında ona ; “ Boş yere ticaretin zahmetini çekmek , hakikat ehli için zarar ve ziyandır. Arzun ahiret ticareti , yani Allahü tealaya kavuşmak olsun. Gayen sonsuz sermayeyi elde etmek ise dünya mallarından yüz çevirip Seyyid Ahmed-i Semerkandi  hazretlerine varıp teslim ol ! ” denilmesi üzerine servetini ve işini kardeşine bırakıp , kalbinden dünya sevgisini uzaklaştırdı. Durmadan içini yakan aşk ateşinin tesiri ile yaya olarak Buhara’dan yola çıktı ve Erzincan’da Seyyid Ahmed-i Semerkandi  hazretleri ile karşılaşıp ona bağlandı. Sonra hocası ile birlikte Uşak’a yerleşti.

Seyyid Emir Semerkandi hazretleri , kısa zamanda evliyalık makamına yükselen Hüsameddin-i Uşaki’ye , aldığı manevi emir üzerine hilafetname verdi. Hocasının vefatından sonra onun yerine geçti. Kısa zamanda ismi güneş gibi parladı. O sırada Manisa’da vali olan Şehzade Murad , kendisine , sultan olup olamayacağını bir mektup ile sordu. Hüsameddin-i Uşaki gelen mektubu okumadan haberciye ; “ Git! Şehzadeye söyle! Hemen İstanbul’a hareket etsin. Filan gün saltanat tahtına oturacaktır ” dedi. Şehzade Murad bu cevap üzerine vakit geçirmeden İstanbul’a hareket etti. Balıkesir’e geldiğinde babası Sultan İkinci Selim’in vefat ettiği haberini aldı. Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa’nın babasının vefat haberini halktan sakladığını ve kendisini tahta çıkarmak üzere davet ettiğini öğrendi. İstanbul’a giderek , Hüsameddin-i Uşaki’nin haber verdiği zamanda , Sultan Üçüncü Murad Han namıyla tahta geçti.²

Bu hadiseden sonra  Sultan Murad Han , Hüsameddin-i Uşaki hazretlerini İstanbul’a davet etti. Aksaray civarında tahsis edilen bir eve yerleşen Hüsameddin-i Uşaki hazretleri , Padişaha yakınlığından istifade etmek isteyenlerin verdiği sıkıntıdan dolayı Uşak’a dönmek için hazırlıklara başladı. Padişahın ricası üzerine gitmekten vazgeçip Kasımpaşa’da yaptırılan dergaha yerleşti. Burada yetiştirip hilafet verdiği talebelerini Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderdi.

Hüsameddin-i Uşaki , İstanbul’a geldiği zaman evliyanın büyüklerinden Ümmi Sinan hazretleriyle görüştü. Ümmi Sinan ona Halvetilik tarikatında hilafet verdi. Şeyh Ahmed-i Semerkandi ise ona “Kübreviyye” ve “Nur-i Bahriyye” yolunun hilafetini vermişti. O bu yolları birleştirerek Uşakilik tarikatını kurdu. Şöyle anlatılır : Hac seferine çıkmadan önce oğlu Mustafa Efendiye hanımının hamile olduğunu söyleyerek ; “ Bizim bu fani alemi terk etmemiz yakındır. O saadetli oğlumun ismini Abdurrahim koy ve kendisinin ilim ve terbiyesi ile meşgul ol.” Diye vasiyette bulundu.

Hüsameddin-i Uşaki , hac farizasını yerine getirip geri dönerken , Konya’da rahatsızlandı ve 1594 (H. 1003) senesinde orada vefat etti. Cenaze namazı Konya’da kılındı. Vasiyeti üzere İstanbul’a götürülmek üzere yola çıkarıldı. Konya valisi , cesedin kokmaması için ilaçlamak istediyse de oğulları ve talebeleri buna karşı çıktı. Mübarek bedeni hiç kokmadan İstanbul’a getirildi. Şimdiki kabrinin bulunduğu yere defnedildi.

Şöyle anlatılır : Ali Efendi isminde misk satıcısı bir zat vardı. Bir şey tartarken hak geçmesin diye çok dikkat ederdi. Ali Efendi , Mekke-i mükerremede hacı olduktan sonra Resul-i Ekrem’in kabr-i şerifini ziyaret için Medine-i münevvereye gitmek istedi. Fakat ayaklarındaki bir hastalıktan dolayı gidemedi. Bu duruma çok üzüldü. Bir gece rüyasında Peygamber efendimiz ona “ Ağlama! Kasımpaşa’da evladım Hüsameddin-i Uşaki’nin kabrini ziyaret et. Onu ziyaret etmek beni ziyaret etmek gibidir” buyurdu.

Bir zelzele yüzünden Hüsameddin-i Uşaki’nin türbe ve dergahı harap olmuş ve çökmüştü. Yağmur suları kabre doluyordu. Zamanın Padişahı Sultan İkinci Abdulhamit Han bir gece rüyasında onu gördü. Uşaki hazretleri Sultan’a ; “ Kabrimdeki mahzuru izale ediniz ” dedi. Sultan , dergahın ve türbenin yerinin bulunmasını emretti. Yapılan araştırmalar sonunda Kasımpaşa’da dergahın ve türbenin yeri bulundu. Dergah ve türbe yeniden yaptırılarak şimdiki haline getirildi.

Hüsameddin-i Uşaki çeşitli eserler yazdı. Bunlardan bazıları şunlardır :

1)    Evrad-ı Kebir

2)    Hizb-üt Tesbih

3)    Ahzab-ı Usbuiye

4)    Şerhu Virdi Settar

____________________________________________

¹ Mustafa Özdamar , “ PİRAN ”

² Türkiye Gazetesi Yayınları , “ İSTANBUL EVLİYALARI ”

Eburrıza Efendi (k.s.)

 

İstanbul Kasımpaşa da ; eburrıza Dergahı sokaktadır. dolapdere deki İstanbul Bilgi üniversitesi Kampüsünün arka sokağındadır. Pir Hüsamettin Uşşaki hz nin türbesini geçtikten sonra ilk soldaki sokak.

Ebu’r-Rıza hazretleri , Hüsameddin-i Uşaki zamanında  Mısır’dan İstanbul’a gelmiştir. Hüsameddin-i Uşaki’nin “ Nerede bulunuyorsunuz ? ” sualine “ Kayyum ism-i şerifindeyim” cevabını vermiştir. Hüsameddin-i Uşaki’nin “ Üst tarafı bizde var ” buyurmaları üzerine tekmil-i süluk maksadıyla Cenab-ı Pir’e rabıta hasıl etmiş , sülukun üst tarafını Hüsameddin-i Uşaki hazretlerinden görmüşlerdir. İrtihali 1001 (1593) ‘ tedir ve mezkur tekkede medfundur.

Eburruza Dergahı 

Devran-ı Mukabele günü Pazar olan , 1001 H. /1592 M. İnşa tarihli dergah ,Kasımpaşa Hacı Ahmed Mahallesi ,  eburrıza Dergahı sokakta yer alan 1210 ada, 7 parsel yer alır.

Eburrıza Dergahı Şeyhleri ;

Eburrıza Şeyh Seyyid Mehmet (öl 1152/1740)  –  Bosnevi Şeyh Mehmet (öl 1193/1780)   – Şeyh Seyyid Mehmet Şehabettin (öl 1234/1819)

Şeyh Seyyid İsmail Bedrettin (öl 1292/1876)   –  Şeyh Seyyid Mehmet Şemsettin (öl 1312 /1895)

————-

Kaynaklar

Sefine-i Evliya , Hüseyin Vassaf , Kitabevi Yayınları

Dersaadet dergahları , Mustafa Özdamar , Kırk Kandil yayınları

 

Sort

Ayni Ali Baba (k.s.)

Kasımpaşa da ayni baba sokaktadır. Kasımpaşa polis karakolu ve kasımpşa lisesinin hemen yanında. Metroyla gelmek isterseniz ; Şişhane durağında inip kasımpaşa doğru yürürken sağ tarafınızda 50 mt ileride sağda

 

Aynî dede , İstanbul’da yaşamış büyük velilerdendir. Doğum tarihi ve yeri belli değildir. Esas ismi bilinmemektedir. İbrahim Paşa isimli bir zatın rüyasını tabir ederken o zat , “ aynî dir dedem , aynî dir ” diyerek beğenisini dile getirmiş ve bu olaydan sonra Aynî Dede lakabı ile şöhret bulmuştur.

Gençliğinde Bursa’da gezerken bir dervişin , Sümbül Sinan Efendi’ye yönlendirmesi üzerine İstanbul’a gitti. Dervişin selamı ile talebeliğe kabul edilerek kısa zamanda tasavvufda yüksek derecelere kavuştu.

Aynî Dede bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi gördü. O’na : “ Deysuka’ya git. Şu görünümde , şu halde olan Nasuh Paşa adlı fakire doğru yolu göster ” buyurdu. Ertesi gece rüyasında yine : “ Niçin hemen gitmedin ? ” diye ikaz edildi. Sabah mürşidinden izin alıp yola çıktı. Aynî Dede o zatı bulup irşad hizmetine başladı.

Bir gün o zat sohbete gelmeyince Aynî Dede sevenleri ile beraber o zatın evine gitti. Niçin gelemediğini sordu. O zat : “ Efendim , vücudumda takat kalmadı. Gözüm ve gönlüm başka alemi seyretmekte. Bütün alem gül bahçesi gibi olup ahiret kokusunu duydum. Bir Yasin-i Şerif okusanız da ruhum tertemiz olsa gönlüm açılsa ? ” dedi. Aynî Dede , Yasin-i Şerif okumaya başladı. Daha okuma bitmeden o zat ruhunu teslim etti.

Bir gün Aynî Dede , sevenleri ile kırlarda dolaşırken , sağanak halinde yağmur yağmaya başladı. “ Dostlarımızın bizim yüzümüzden sıkıntı çekmesi layık değildir ” dedi ve bir daire çizdi. Hepsini dairenin içine aldı. Böylece hiç biri ıslanmadı.

Ömrünü pek çok talebe yetiştirmekle geçiren Aynî  Dede , 971 ( m. 1564 ) yılında vefat etti. Kabri , Kasımpaşa’dadır. Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın. ¹

AYNİ ALİ BABA KADİRİ ZAVİYESİ

Kasımpaşa , Bedrettin Mahallesi , Refik Saydam Caddesi , Aynî Ali Baba Sokak , 908 ada , 3 parsel sayılı , “ mihrablı , semahane , fevkani ve tahtani sekiz oda , iki sofa , iki hela , tulumbalı kuyu ve bir medhalden ibaret ” Aynî Ali Baba Kadirî  Zaviyesinin devran-ı mukabele günü Cuma’ydı. ²

Kaynaklar ;

¹ Pamuk Yayıncılık , “ İstanbul Ve Anadolu Evliyaları ”

² Mustafa Özdamar , “ Dersaadet Dergahları ”