Adıyaman – Kahta – Karadut köyünde. Karadutlu Sofi Muhammed (1865-1974), Seyyid Hüseyin hazretlerinin halifesidir. Ümmi olup hayatının son yıllarında tamamen gözlerini kaybeden Sofi Muhammed Efendi , Kadiri tarikatına bağlıydı. Kış aylarında yabani hayvanlar için kendi beslediği keçi, inek vb. hayvanları kesip vahşi hayvanlara yedirirdi. …
Adıyaman – Musalla mahallesi, Askerlik Şubesi karşısında Yel Baba türbesi, şehir merkezinde, Musalla Mahallesi, Askerlik Şubesi karşısında bulunmaktadır. Türbe bir evin dış duvarına bitişik olup yaklaşık bir m. yüksekliğinde demir korkuluklarla çevrilidir. Anlatıldığına göre, türbe bitişiğindeki evin ilk sahiplerinden biri rüyasında burada büyük bir zatın …
Adıyaman – Şehir merkezine 17 km uzaklıktaki Uludam köyünün Alyurt mezrasında Zeynel Abidin’in türbesi, şehir merkezinin 17 km. doğusundaki Uludam köyünün Akyurt Mezrası’nda küçük bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Ağaçlandırmanın yapıldığı bir alanda bulunan türbe, sandukanın bulunduğu oda ile erkek ve kadın mescidinden oluşmaktadır. Sandukanın üzeri …
Adıyaman – Merkez – Varlık mahallesi 407.sokakta Rıfat Baba türbesi, il merkezinin güneyinde olup, Varlık Mahallesi 407. sokakta, Hacı Abuzer Baba türbesi karşısında, Şeyh Muhyiddin-i Arabi Camiinin bitişiğinde yer almaktadır20. Tek odadan oluşan türbe, betonarme bir yapıya sahiptir. Kapısı yeşil renkte olan türbenin küçük bir kubbesi …
Adıyaman – Sıratut cami yanında. İzollu Hacı Mehmet Efendi türbesi şehir merkezinde, Sıratut Mahallesi’nde bulunmaktadır. Bu zatın aslen Malatya’nın İzollu (bugün Kale ismiyle bilinen) ilçesinden ve İzollu aşiretinden olduğu söylenir. Hacı Mehmet Efendi Sıratut Camisinin imamıymış . Anlatıldığına göre, Nakşîbendi tarikatine mensup olup, uzun bir …
Abdulhakim Bilvanisi hazretleri , 1902 yılında, Bitlis’e bağlı (bugün Siirt’e bağlı) Baykan ilçesinin Kermete köyünde dünyaya geldi. Hazret-i Hüseyin’in soyundan geldiği için Hüseyni nisbesiyle bilinir. Dedeleri Bilvanis’li olduğu için de Gavs-ı Bilvanisi diye anılır. Babası Seyit Muhammed, imamdır. Onun, halifeliği açıkça ilan edilmemiş bir Nakşibendî şeyhi olduğu söylenir.
Abdülhakim’in doğumundan kısa bir müddet sonra, babasının imâmlık yapmak ve medresede talebe okutmak için davet edildiği komşu Siyanis köyüne taşınırlar. Babası vazîfesinin altıncı ayında vefat edince, Abdülhakim’i dedesi Seyit Maruf yanına alır. Dedesinin, onu daha küçük yaşlarda iken, yörenin ünlü şeyhi Abdulkahhar’ın yanına vermiş olduğu söylenir. Dedesi onu okutmak için âlim ve tasavvuf ehli Muhammed Ziyaüddîn Nurşînî hazretlerinin ders halkasına ve sohbetlerine gönderir. Bu sırada sekiz yaşında bulunan Abdülhakîm Hüseynî 14 yaşına kadar bu zâttan ilim öğrenir ve feyz alır. Hocası Nurşîn’e taşınınca tahsiline başka medreselerde devam eder. Bu arada hocası ile manevî bağını devâm ettirir. Bugün Baykan’ın Gümüşkaş ismiyle bilinen ve Ermenice bir ad olan Siyanü(i)s köyündeki medresede üç yıl, sonra şeyhi ile birlikte gittiği Nurşin köyünde (Bitlis’in Güroymak ilçesinin Çukur bucağı. Ermenice olan Norşin’in kelime anlamı yeniköy) yedi yıl, Verkanis köyünde iki yıl, Arba (Yarımca-Erbo) köyünde üç yıl okur. Siyanis’e döner. Komşu Tarunî köyüne imâmlık yapıp, talebe okutmak üzere dâvet edilir. Taruni (Kürtçe bir kelime olup bugün Demirışık köyüdür) köyünde imamlık yapmaya başlar. Burada pek çok talebe yetiştirir. Bu sırada (1923) hocası Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî vefât eder.
Abdülhakîm Efendi hem ilmini tamamlamak, hem de tasavvufta ilerlemek için Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî‘nin talebelerinden Şeyh Selim’e talebe olmak ister. Ancak rüyasında hocası ona çok sevdiği halîfesi Şeyh Ahmed Haznevî‘ye bağlanmasını bildirir. Rüyasında Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, Şeyh Ahmed Haznevî‘ye hitâben, “Şeyh Ahmed! Bu Seyyid Abdülhakîm’in babasının bizde emeği çoktur. Onun için sen ona gözün gibi bakacaksın!” diye emânet eder. Bu işâret üzerine Abdülhakîm Hüseynî, Muhammed Ziyaüddîn Nurşînî’nin talebelerinden Suriye’nin Hazne köyünde bulunan Şeyh Ahmed Haznevî‘ye giderek talebe olur. Hazne’ye Ahmed Haznevî’nin talebelerinden Seyyid Ahmed’le birlikte gider. Şeyh Ahmed Haznevî misâfirlere iltifatta bulunup talebeliğine ve sohbetine kabûl eder. Şeyh Ahmed Haznevî daha ilk günden îtibaren “Molla Abdülhakîm” diye hitâb ederek, onun ilim ve irfanını takdir ettiğini gösterir. Abdülhakîm Hüseynî, Ahmed Haznevî‘nin sohbetlerinde bulunur. Daha sonra memleketine döner. Bundan sonra 14 sene müddetle gidip gelerek ilmini ve tasavvuftaki derecesini artırır. Sakin kişilikli olan Gavs’ın hayatında parasız, yürüyerek, mayın ve askerle dolu olan sınırı geçerek, hatta bazen kaçakçılarla beraber geceleyerek yapılan Hazne yolculuklarının çok önemli bir yeri vardır.
Hocasından 34 yaşındayken medresede talebelere ilim öğretmek üzere icazet, 36 yaşındayken de insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle kurtuluşa kavuşmalarına vesîle olmak için hilafet alır. Ramazan ayında kendisinden istenilen istiharede görmüş olduğu rüyayı şeyhine anlatır. Merhum şeyhleri Muhammed Diyaüddin’in kendisine şöyle dediğini söyler. “Abdülhakim, Şeyh Ahmed el-Haznevi’ye söyle, seni artık fazla yormasın. Sen halifeliği hakkı ile kazandın. Artık hakkını versin, yeter.”
Vefatı
On dört yıl süren bu yolculukların sonunda “irşad müsaadesini” alan Abdulhakim Hüseyni, tarikat faaliyetlerini önce Taruni ve (Ermenice bir kelime olan ve bugün Ormanpınarı diye bilinen) Bilvanis köylerinde, sonra Bitlis’in Narlıdere nahiyesinde, daha sonra da Siirt’in (1990’da Batman’a bağlandı) Kozluk ilçesine bağlı ve bugünkü ismi Karaoğlak olan Gadiri köyünde sürdürür. Son olarak Durak köyüne gelir. Gelir gelmez geniş topraklar satın aldığı köyde bir yıla yakın kalabilmiş, hastalanınca Ankara’ya götürülmüş, 25 Mayıs 1972’de vefat etmiştir.
Abdülhakim Hüseyni’nin bütün ilim ve irfanını talebe yetiştirmeye ve müslümanların Allahü tealanın rızasını kazanmalarına vesîle olmaya hasretmiş olduğu görülür. İlk üç senede fazla netîce alamaz. Şeyhi Şah–ı Hazne’nin kendisine yazmış olduğu bir mektupta bu durumun izleri görülür. “..Sizinle Taruni köyü ahalisi arasında cereyan eden hadiseye gelince…Bilhassa, Bilvanis köyü ahalisine selam edip onlardan ricamız, Taruni köyü halkıyla aralarında fitne çıkarmamalarıdır. ..Şayet başka bir köye naklin, tarikat nisbeti ile geçiminiz için daha yararlı ise, bir mahzuruyoktur…” Ancak hocası Ahmed Haznevî’nin vefâtından sonra onun sohbetlerine büyük bir rağbet olur. Akın akın gelen insanlar onun ilim ve feyzinden istifâde etmeye çalışırlar. Ona olan bu büyük rağbet civar kasabalardaki bazı şeyhlerin gıpta etmesine, bazılarının da kıskanmalarına sebep olur. Çünkü onlara bağlı olan bazı kimseler de gelip Abdülhakîm Efendi’nin sohbetine katılmaktadır. Bu şeyhlerden biri ona gönderdiği mektupta, “İnsan düşünür ve kabûl eder ki, yan yana koyun otlatan iki çobandan birinin birkaç koyunu diğerinin sürüsüne kaçıp karışırsa onları iâde etmek lâzımdır. O hâlde sen de bizim sürüden ayrılanları iade etmelisin.”, diye yazar. Bu mektubu okuyan Abdülhakîm Hüseynî tebessüm ederek, “Biz cedd-i pakimizin (Peygamber efendimizin) ümmetine hizmeti gaye edinmişiz ve bunun için çabalıyoruz. Baş olmak ve çok taraftar toplamak gayretinde değiliz. Ceddimiz bize ilim mîras bırakmıştır. Bu ilme kim sahipse varis odur. Biz inşaallah mîras gerçek vârislerinin eline geçer diye dua ediyoruz.”, diye buyurur.
Ailesi ve Çocukları
İlk evliliğini Fatma hanımla yapan Abdulhakim Hüseyni’nin bu evlilikten Muhammed, Muhammed Raşit, Zeynel Abidin adında üç oğlu ve Halime ile Hatice isminde iki kızı olur. “İlk karısının teşvikiyle” Sıddıka hanım ile ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten de Abdulbaki, Ahmed, Abdulhalim, Muhyiddin, Enver adlı beş oğlu ve Aynulhayat, Refiate, Raikate, Naciye isimlerinde dört kızı dünyaya gelir. Zeynel Abidin küçük yaşta vefat etmiştir.
Abdülhakîm Hüseynî Menzil’de bulunduğu sırada hastalanmadan önce bugünkü türbesinin yerini etrafına taşlar dizerek işaretler ve vefat ettiği zaman buraya defn edilmesini vasiyet eder. Bir sohbetinde, “Evliyâ yetiştirme mektepleri olan tarîkatler, artık îman kurtarma mektepleri haline geldi. Eskiden insanlar yıllarca gezer, kendilerine şeyh ararlardı. Şimdi ise şeyhler kapı kapı dolaşıp müslümanları îmanlarının kurtulması için çağırıyor ve topluyorlar. Şâh-ı Hazne (Ahmed Haznevî) Ümmet-i Muhammed’in îmanını kurtarmaya çalıştı. Yoksa bu zamanda tarîkat meselesi diye bir şey olmuyor. Şimdi bir oyalamadır yapıyoruz. Maksad îmân kurtarmaktır. Tam hidâyet Mehdî aleyhirrahme zamanında olacaktır.”, diye buyurmaktadır.
Kaynaklar ; Adıyaman Evliyaları , Abdulhalim durma
Öksüz İbrahim Baba türbesi, şehir merkezi, Sıratut Mahallesi, Ziya Gökalp Caddesi, Adıyaman Kalesi’nin kuzey eteğinde kaleye çıkan merdivenlerin hemen altında yer almaktadır. Tek odalı betonarme bir yapıdan oluşan türbenin toplam sahası 40 metre karedir. Türbenin kapısı yeşil renkte olup üzerinde “Öksüz Baba Türbesi” yazan bir tabela bulunmaktadır. Sandukanın başında Türk bayrağı, önünde ise demir set bulunmaktadır. Türbenin bulunduğu alan ve civarı 70–80 yıl öncesinde mezarlık halinde iken, günümüzde türbe dışındaki alanlarda binalar yapılmıştır.
Anlatıldığına göre, Öksüz Baba Irak’tan gelmiş ve küçük yaşta iken burada babası şehit düşmüştür. Bunun için kendisine “Öksüz”, büyük ve yüce olduğu için de “Baba” denmiştir. Başka bir rivayete göre, İslam ordusunun Adıyaman’ı aldığı sırada, İslam ordusu içerisinde hem öksüz olan, hem de yaşça küçük olan İbrahim ismindeki bu zat, burada şehit olmuştur. Bundan 500 sene önce bir kişinin rüyasına giren Öksüz İbrahim Baba, kendini tanıtmış ve kendisinin şehit olduğunu söylemiş. Bu zat da gelip yattığı yeri kazıp bakmış ki gerçekten de bir şehit, hala çürümemiş bir şekilde yatıyor. Bunun üzerine burayı hemen bir türbe haline getirmiş. Bu zat gösterişi ve süsü sevmediğinden türbe ne kadar onarılmışsa da her defasında türbe yanmış veya yakılmıştır. Türbeyi yakmak isteyen dört kişi de kaza sonucu ölmüştür.
Bu türbe çoğunlukla kadınlar tarafından ya yedi cuma ya da üç sabah namazı vakti ziyaret edilir. Türbe perşembe geceleri ve cuma günleri öğlene kadar açıktır. Genellikle türbe sıtma hastalığına yakalananlar tarafından ziyaret edilmektedir. Sıtmaya yakalanan kişi yere yatırılır. Hastanın baş tarafına türbenin alanına ait üç taş konulur ve yine aynı mekâna ait çalı çırpıdan küçük birkaç tane hastanın ayak tarafında yakılır. Hasta biraz rahatlayınca “çıralık” denilen bir miktar para bırakıp gidilir. Ayrıca, türbenin ziyaret edilmesinin diğer başlıca sebepleri şunlardır. Evde kalmış kızların bahtlarının açılması, çocuğu olmayan kadınların çocuk sahibi olması, sınavda başarılı olunması ve her türlü istek, arzudur.
Hz. Mahmud Ensari(r.a.)’ın türbesi ;Adıyaman’ın 7 km doğusunda bulunan Elifli (İpekli) Köyünün yanında bulunan yüksek ve sivri Ali Dağındadır. Türbenin bulunduğu yer Adıyaman’dan bakılınca görülmektedir.
Mahmut El-Ensarî’nin türbesi, şehir merkezinin yedi km. kadar doğusunda Elif (İpekli) köyü civarında, Adıyaman’dan bakıldığı zaman görülen yüksek ve sivri bir dağın (Ali Dağı) üzerindedir. Türbenin Bağdat Seferi dönüşünde, IV. Murat’ın buyruğu ile sahabeden Mahmud el Ensari adına yaptırılmış olduğu kabul edilir. Bu zâtın da Medineli olduğu sanılmaktadır. Bir rivâyete göre, Hz. Muhammed El-Ensâri hazretlerine, ”Hısn-ı Mansur’a gidip İslâmiyet’i yayacaksın.” der. Mahmud el Ensari din uğruna savaşırken burada şehit olur. Bu zâtın yattığı yerde başka şehit mezarlarının da olduğu belirtilmektedir. Türbe, Ebu- Zer Gıfari türbesi yakınlarındadır.
Tavanı taş üzeri sıva olup, bir kubbe ile örtülü olan türbenin sol tarafında betonarme dört odalı bir bekçi evi, sağ tarafında ise briketten yapılmış mutfak ve depo, girişte de mescit bulunmaktadır. Türbe girişinin sağında on iki imamın adının bulunduğu bir yazı yer alır. Basık kemerli giriş kapısından içeri girildiğinde karşıda Mahmut el- Ensari’ye ait olduğu kabul edilen sanduka bulunmaktadır. Sandukanın üzeri yeşil örtülerle kaplı olup, başında büyük tespihler bulunmaktadır. Türbe kapısının üzerindeki kitabede H.1126 tarihi yazılıdır. Bu tarihin türbenin tamir tarihi olduğu tahmin edilmektedir. Halk arasında Mahmut el- Ensari’nin sahabeden biri olup, Ebu Zer Gıfari ile beraber şehit düşmüş olduğu anlatılır. Adıyaman bölgesinin fetih hareketlerine katılmak amacıyla İslâm ordusuyla buraya gelip, Ali Dağında şehit düştüğü, Mahmut el-Ensari adından da yola çıkılarak ensardan olduğu rivayet edilmektedir. Önceleri mezarında bekleyen kimsenin bulunmadığı, boş bir vaziyette olduğu kayıtlarda mevcuttur. Sonradan türbesi IV. Murat tarafından yaptırılmıştır.
Bu türbe, Alevî kesimi dahil birçok insan tarafından ziyaret edilmektedir. Türbe daha çok çocuğu olmayan ya da erkek çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar tarafından tatil günleri ziyaret edilmekte ve daha sonra erkek çocuk sahibi olan kadınlar çocuğuna “Mahmut” ismini vermektedirler.
Kaynaklar ; Adıyaman Evliyaları – Abdulhalim Durma
Adıyaman – Merkeze 7 km uzaklıktaki Ziyaret payamlı köyünde.
Ebu-Zer Gıfari hazretlerinin türbesi, Adıyaman’ın beş km. doğusundaki Ziyaret köyünde yüksekçe bir tepenin üzerinde yer alır. Bu türbe rivayetlere göre IV. Murat tarafından yaptırılmıştır. Anlatıldığına göre Ebu Zer Gıfari, Hz. Ali zamanında yöreye gelen bir İslâm ordusunun sancaktarıdır. 1939 -1940 yıllarında türbede bulunan sancağın yetkililer tarafından Malatya müzesine götürülmüş olduğu söylenir.
Burası, sürekli çalışan Ziyaret minibüslerinin yanı sıra, Ziyaret Çayının varlığı, zamanında su değirmenlerinin kattığı ayrı bir canlılık ve güzelliği, yeşil alanlarının bolluğu, hizmet birimlerinin mükemmelliği ve Ziyaret Kabristanı ile halk nazarında oldukça gözde bir mekandır. Düğünlerde, sünnetlerde konvoy eşliğinde bu türbeye gelinir. Gelin ve damat veya sünnet olacak çocuk ve yakınları sandukanın başında bir Fatiha okuyup, dua edip tekrar dönerler. Bu türbe, yöre halkı tarafından en çok ziyaret edilen türbelerin başında gelmektedir. Toplumun her kesiminden insan, kadın-erkek, Alevî-Sünnî, bu türbeyi ziyaret etmektedir. Evlenecek olan çiftler, düğün konvoyu ile bu türbeye gelir ve türbenin başında ömür boyu mutlu olmak için dua ederler. Ayrıca halk, özellikle şifa bulmak, çocuk sahibi olmak için buraya gelmektedir. Daha sonra çocuk sahibi olanlar, çocukları erkekse ismini Abuzer koymaktadır. Yörede Abuzer isminde birçok kişi bulunmaktadır. Türbeye, piknik amaçlı olarak da sıkça gelinmektedir. Burada genel olarak kurban adanmaktadır. Dileği gerçekleşenler kurbanlarını keserek burada pişirip türbede bulunanlara dağıtırlar ya da türbenin bulunduğu yerde kesip eşine dostuna dağıtır. Adarken nasıl niyet ettiyse adağını o şekilde gerçekleştirir. Ayrıca sünnet olan çocuklar veya evlenen çiftler düğün günü bu ziyarete getirilir ve burada dualar okunur.
Türbenin karşısında köy mezarlığı, ön tarafında mutfak, arka kısmında hayvan kesme yeri bulunmaktadır. Mescit ve türbe olmak üzere iki kısımdan oluşan türbe, betonarme bir yapıdır. Mescit, kadın ve erkekler için iki ayrı bölmeden meydana gelir. Türbenin girişinde sol taraf bayanlara ayrılmış mescit, sağ taraf ise erkeklere ayrılmış mescittir. Erkek mescidinin girişinde Ebu-Zer Gıfari’ye ait olduğu söylenen, “En garip ve muhtaç olduğun gün kabre konulduğun gündür”, yazısı bulunmaktadır. Türbenin solunda yer alan mescitte iki tane sanduka yer alır. Bunlardan birinin türbedarlardan birine ait olduğu söylenir. Türbe kısmına üç basamakla inilir. Üzerinde H.1136 yılına ait tarihli kitabesi olan kemerli bir kapı ile girilir. Bu kısım dört paye üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin doğu, batı ve güneyinde bitişik tonozlar yer alır. Türbenin üzeri yeşil örtülerle kaplı olup, başında büyük tespihler bulunmaktadır.
Anlatıldığına göre, Ebu-Zer Gıfari, içlerinde Mahmut el-Ensari’nin de bulunduğu bir orduyla İslâm’ı tebliğ için Adıyaman’a gelir ve eski adıyla Piryun (yeni adı Pirin) olan yerde Bizanslılar ile karşılaşırlar ve Savaş esnasında, EbuZer Gıfari’nin başı kopar, ama buna rağmen o başını koltuğunun altına alır.
Abdullah Aydınlı makalesinde, künyesiyle meşhur olduğundan adı adeta unutulan Ebu Zer el-Gıfari’nin, Haram Aylar’da bile yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfar kabilesine mensup olduğunu yazar . Gıfari, kabilesinin en gözü pek yağmacılarından olsa da, halkı gibi putlara tapmaz ve hatta onlardan nefret eder. Kendisinin belirttiğine göre, İslamiyeti kabul etmeden birkaç yıl önce Allah’a ibadet etmeye başlar. Hz. Peygamber’in davetini duyunca, ilk bedevi Müslüman diye bilinen Ebu Zer, dördüncü veya beşinci kişi olarak İslamiyeti kabul eder. Hz. Peygamberin kendi kabilesine göndermesiyle halkının yarısı İslamiyeti kabul eder. Uhud veya Hendek gazvesinden sonra Medine’ye hicret eden Ebu Zer, artık hep Hz. Peygamberin yanında ve hizmetinde bulunur. Hz. Peygamber her zaman onun kendi yanında bulunmasını ister ve bazı konularda görüşünü alırdı. Son hastalığı sırasında yanına çağırtmış ve kendisini kucaklamıştır. Ebu Zer Gıfari Hz. Ömer zamanında fetihlerde bulunmak için Suriye’ye gider. Daha sonra Amr ibnü’l As ile Mısır’ın fethine katılır. Hz. Osman döneminde de fetih hareketlerinde bulunur. Bu dönemde Ammuriye’ye kadar giden ordu ile Anadolu fetihlerine, Kıbrıs fethine katılır. Halife ile arasındaki anlaşmazlık sebebiyle Medine’ye üç mil mesafede bulunan Rebeze’ye sürgün edilir. 653’te Rebeze’de vefat eder. Diğer bazı Sahabiler gibi İstanbul Ayvansaray’da da bir makam-kabri bulunmaktadır. Hz. Peygamber onun hakkında, “Gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur”, demiştir. Hz. Peygamber ile devamlı birlikte bulunması ve aklına gelen her şeyi sorması sebebiyle ilimde üstün bir seviye kazandığı kabul edilir. Ebu Zer’in hayatına dair müstakil eserler kaleme alınmıştır.
Babası Gavs-ı Bilvanis-i Seyyid Abdulhakim Hüseyni (k.s.) hazretleri olup Nakşibendî büyüklerindendir. Dedeleri Seyyid Muhammed, Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s.) hazretlerinin halifelerindendir. Baba ve dedeleri ilim ve tarikat ehli olan Muhammed Raşid Erol (k.s.) Evladı Resul olup Bilvanis seyyidlerindendir. Hz. Hüseyin (r.a.) soyundan geldiği için de “El-Hüseyni” denilmektedir.
Dedesi Seyyid Muhammed (k.s.) medreselerde yetişmiş çok büyük bir âlimdi. Hüsn-ü hat sanatında çok mahirdi. Hazret’e intisap etmiş, Nakşibendî halifesi olarak icazet ve hilafet almıştı.
Fakat kendisi şeyhine “Sizin sağlığınızda kendi halifeliğimi açıklayamam, sizden sonraya kalırsam, açıklanmasını birisine vasiyet edersiniz. Aksi takdirde sizin yaşadığınız devirde ben mürşidim ben şeyhim diyemem, lütfen beni gizleyiniz” diye rica etmişti.
Şeyhinden önce vefat ettiği içinde halifeliği açıktan ilan edilmeyip gizli kalmıştır. Babası olan Gavs hazretlerini Seyyid Muhammed’in vefatı üzerine Seyyid Maruf (k.s.) (seyda hazretlerinin dedesinin babası) büyütmüştür.
Gavs hazretleri Siyanüs seyyidlerinden olan Fatıma hanımla evlenmişler, bu izdivaçtan Seyyid Muhammed (k.s.), Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) ve Seyyid Zeynel Abidin isimlerinde üç oğlu ile Halime ve Hatice isminde iki kızı olmuştur. Zeynel Abidin küçük yaşta vefat etmiştir.
İlk zevcesinin teşvikiyle evlendiği Taruni köyünden Seyyide olan ikinci hanımı Sıdıka hanımdan da Muhammed Raşid Erol (k.s.) hazretlerinin diğer kardeşleri, Seyyid Abdülbaki (k.s.), Seyyid Ahmed, Seyyid Abdülhalim, Seyyid Muhyiddin ve Seyyid Enver ile Aynulhayat, Refiate, Raikate, Naciye adlı kız kardeşleri olmuştur. Muhammed Raşid Erol (k.s.) hazretleri 2 yaşlarında iken Seyyid Maruf vefat edince Gavs hazretleri evini Siyanüs köyünden Taruni köyüne taşıdı. Burada 13 sene kaldılar. Daha sonra mürşidi Ahmedi Haznevi’nin (k.s.) izniyle Bilvanis köyüne hicret ettiler.
Şah-ı Hazne Seyda hazretlerini 9 yaşındayken görür. Yüzü aydınlanır. İleride çok sevenleri olacağını belirtir ve Allah’a şükrederek “Biz onun cemaatinde bulunamazsak da, o çok kalabalık cemaatin çobanını görmekte büyük bir nimettir” derler.
Muhammed Raşid Erol (k.s.) hazretleri bu köyde yine Seyyide olan Sekine hanımla evlenmişlerdir. Bu evlilikten Seyyid Fevzeddin, Seyyid Abdülgani, Seyyid Taceddin, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdurrakib isimli oğullan ile Haşine, Muhsine, Hasibe, Rukiye, Münevver, Mukaddes, Mümine ve Hediye isimli kızları dünyaya gelmiştir.
KASRİK’TEN MENZİL’E
Gavs hazretleri Bilvanis köyünde 6 sene kaldıktan sonra Muhammed Raşid Erol (k.s.) hazretleriyle birlikte Bitlis’in Kasrik köyüne taşındılar. Burada 11 sene kaldıktan sonra Siirt’in Kozluk kazasının Gadir köyüne hicret ettiler. 9 sene (Burada iken vatan görevini önce acemi birliği olan Manisa’da, sonra Diyarbakır’da tamamladı) kaldıkları Gadir’den hayatının sonuna kadar ikamet edecekleri Adıyaman ilinin Kâhta kazasının Menzil köyüne yerleştiler. Babası Gavs hazretleri 1 Haziran 1972 yılında vefat edince başlayan irşat görevi 21 sene 4 ay 19 gün devam etmişti. Muhammed Raşid Erol (k.s.) Hazretleri babasının vefatında buyurdular:
“Allah (cc) Resulüne ‘Biz seni âlemlere rahmet olarak göndermekten başka bir şey için göndermedik.’ Allah Rasûlünün ölümü dünyanın üzerine musibet halinde çöktü. Benim babam da Allah Rasûlünün varislerindendir. Ben onun Allah yolunda insanları irşat ve ilimle uğraştığına şahidim. Biz onu Allah yolunda olduğu için seviyorduk. Babam vefat etti. Nakl-i mekân etti. Allah Hayy’dır ve mekândan münezzehtir. Öyleyse aşka, Allah’a… her şey fanidir.”
SÜRGÜN HAYATI
1968 yılında halifelik icazetini alan 1972 yılında irşad görevine başlayan Muhammed Raşid Erol (k.s.) yurtiçinden ve yurtdışından aşırı ziyaretçisinin gelmesi 18 Temmuz 1983 tarihinde Çanakkale’nin Gökçeada ilçesinde mecburi ikametine yol açmıştır.
Önce Adıyaman’a, sonra Adana’ya oradan da Gökçeada’ya götürülen Muhammed Raşid Erol (k.s.) çektiği sıkıntı ve adanın havasının, sıhhatini etkilemesi sonucu 30 Ocak 1985 tarihinde Ankara’ya nakledilmiştir.
Burada da 16 ay gözetim altında tutulduktan sonra Merkezi idarenin müsaadesiyle tekrar Menzil’e dönmüştür.
SUİKAST GİRİŞİMİ
Tekrar tebliğ ve irşad hizmetine devam ederken 1991 yılının Ramazan Bayramı bayramlaşması sırasında içerisine zehirli böcek ilacı çekilmiş şırıngayla suikast yapılmış, eline isabet eden zehir etkisini göstermiş, acil müdahaleyle hastaneye yatırılan Muhammed Raşid Erol (k.s.) hayati tehlikeyi atlatmış, fakat elinin üstündeki ve içindeki yaralar sebebiyle uzun süre ızdırap çekmiştir.
Şeker, damar sertliği, tansiyon ve romatizma hastalıkları nedeniyle uzun yıllar tedavi gören Muhammed Raşid Erol (k.s.) ölümünden bir yıl önce ayağı kırılmış çektiği ızdıraplara bir yenisi eklenmiş, fakat irşat faaliyetleri kesintisiz devam etmiştir.
Romatizma sebebiyle her yaz gittiği Afyondaki kaplıcalardan Ankara’ya dönüşünden bir kaç gün sonra 22 Ekim 1993 Cuma günü cuma namazından önce 63 yaşında Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur.
Vefat haberini alan onbinlerce seveninin katılımıyla 23 Ekim’de Menzil’de babasının yanı başında toprağa verilmiştir.