Şanlıurfa – Viranşehir’in 10 km yakınındaki Eyübnebi beldesinde .
…..
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
Şanlıurfa – Viranşehir’in 10 km yakınındaki Eyübnebi beldesinde .
…..
Şanlıurfa – Viranşehir’in 10 km yakınındaki Eyübnebi beldesinde . Hz. Eyyüp (a.s.) türbesinin karşı tarafında.
……
Şanlıurfa – Viranşehir’in 10 km yakınındaki Eyübnebi beldesinde . Hz. Eyyüp ( a.s.) 200 metre yakınında
……
Şanlıurfa – Viranşehir’in 10 km yakınındaki Eyübnebi beldesinde .
……
Fenai Ali Efendi Türbesi ; İstanbul – Üsküdar’da Valide-i Atik mahallesindeki Fenai Ali Efendi camii avlusunda
Celvetiyye – Fenaiyye’nin Piri Kütahyalı Şeyh Seyyid Fenai Ali Efendi, Üsküdar’da kendi adıyla anılan üç tekkenin banisi olan Şeyh Selami Ali Efendi’nin (1592-1692) halifesidir. Ali fenai Efendi, adaşı Selami Ali Efendi’den irşad icazeti alarak Manisa’ya hicret etmişti. Burada bir cami ve tekke yaptırmış ve bir de kuyu kazdırmıştır. ” Şeyh Kuyusu” adıyla meşhur olmuştu. Şeyhi ve mürşidi Selami Ali Efendi 1104(1692) yılında ölünce İstanbul’a ve Selami dergahına Şeyh olmuştur. Bir süre sonra bu tekkeyi irşad arkadaşına devretmiş, 1713’te Üsküdar’da Pazarbaşı mahalesine gelerek kendi adını taşıyan bir dergah yaptırarak 32 yıl irşad vazifesi yaptıktan sonra 1158 (1745) yılında vefat etmiş ve caminin önündeki türbesine gömülmüştür.
Ölümünden sonra halifesi Abdullah Rıfkı Efendi (v.1770) , Rıfkı Efendi’nin oğlu Mehmet Nazif Efendi (v.1792) ve Hattat Mehmet Şakir (v.1810) Postnişin olmuş ardından Celvetiyye’nin Haşimiyye Şubesinin merkezi Bandırmalızade Tekkesi’nin postnişini Şeyh Mehmet Efendi (v.1845) meşihatı devralmıştır. Tekke’nin son şeyhi ise Mehmet Şakir Efendi (v.1845)’dir. Tekke’nin ayin günü Çarşamba idi.
Fenai Ali Efendi 1123 (1711) yılında Baltacı Mehmet Paşa’nın ikinci sadrazamlığı zamanında Rusya’ya karşı açılan savaşa muhtemelen ” Ordu Şeyhi” sıfatı ile katılmıştır. Beraberinde getirdiği sancağın, türbesinde başucunda dikildiği, kendisinin taşıdığı bayrağın da sandukasının üstüne örtüldüğü bilinmektedir.
Halvetiyye – Celvetiyye tarikatının Fenaiyye kolunun asitanesi ve pirevi olan bu tekke ilk kuruluşunda cami-tevhidhane ile bir kaç derviş hücrelerini barındırmaktadır. Bugün ise tekkeden günümüze ulaşabilen bölümler cami-tevhidhane – Ufak bir hazire ve Fenai Ali Efendi’nin Türbesidir.
Yakın bir tarihte çevre halkı tarafından yapılan ve hiç bir mimari özelliği olmayan cümle kapısından avluya girilir. Girişin Hemen solunda cami ve minare, sağında Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın eşi Şemi Nur Hanım ile gelini Vicdan Hanım’ın türbe karaterindeki mezarları, karşısında da baninin türbesi ve kuyusu mevcuttur. Şemi Nur ve Vicdan Hanım’ın beyaz mermerden çok ince bir işçilikle yontulmuş olan lahitleri ve şahideleri devirlerinin karmaşık üslubunu en iyi şekilde gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Türbe ile boybeyi sokağı arasındaki kesimde uzanan hazirede tek tük kabirler arasında ; Şirket-i Hayriyye’nin müdürü Hüseyin Haki Efendi (v1893-95) , Kamil Paşa’nın katibi hususiyeliğinden yetişen Şirket-i Hayriyye’nin müdürü Hafız Mehmet Vehbi ( v.1907) , Sait Halim Paşa’nın refikası Nazlı Hanım, Şeyh Mehmed Şakir Efendi (v1880) , Şeyh Mehmed Galip Efendi (v.1845) , Şakir Efendi’nin validesi Şerife Ümmü Gülsüm (v1877), Fatma Naile Hanım (v1874) , Şeyh Mustafa Haşim (v.1878) , Mustafa Haşim’in halilesi Aişe Sıddıka Hanım (v1894) mezarları mevcuttur.
1996 yılında vakıflardan izin alınarak İmam Hacı Süleyman Bilir ve Cemaatin katkılarıyla cami ve türbe tadilat ettrilmiştir.
Adıyaman – Merkez’de Adıyaman Kalesi eteğinde
Öksüz İbrahim Baba türbesi, şehir merkezi, Sıratut Mahallesi, Ziya Gökalp Caddesi, Adıyaman Kalesi’nin kuzey eteğinde kaleye çıkan merdivenlerin hemen altında yer almaktadır. Tek odalı betonarme bir yapıdan oluşan türbenin toplam sahası 40 metre karedir. Türbenin kapısı yeşil renkte olup üzerinde “Öksüz Baba Türbesi” yazan bir tabela bulunmaktadır. Sandukanın başında Türk bayrağı, önünde ise demir set bulunmaktadır. Türbenin bulunduğu alan ve civarı 70–80 yıl öncesinde mezarlık halinde iken, günümüzde türbe dışındaki alanlarda binalar yapılmıştır.
Anlatıldığına göre, Öksüz Baba Irak’tan gelmiş ve küçük yaşta iken burada babası şehit düşmüştür. Bunun için kendisine “Öksüz”, büyük ve yüce olduğu için de “Baba” denmiştir. Başka bir rivayete göre, İslam ordusunun Adıyaman’ı aldığı sırada, İslam ordusu içerisinde hem öksüz olan, hem de yaşça küçük olan İbrahim ismindeki bu zat, burada şehit olmuştur. Bundan 500 sene önce bir kişinin rüyasına giren Öksüz İbrahim Baba, kendini tanıtmış ve kendisinin şehit olduğunu söylemiş. Bu zat da gelip yattığı yeri kazıp bakmış ki gerçekten de bir şehit, hala çürümemiş bir şekilde yatıyor. Bunun üzerine burayı hemen bir türbe haline getirmiş. Bu zat gösterişi ve süsü sevmediğinden türbe ne kadar onarılmışsa da her defasında türbe yanmış veya yakılmıştır. Türbeyi yakmak isteyen dört kişi de kaza sonucu ölmüştür.
Bu türbe çoğunlukla kadınlar tarafından ya yedi cuma ya da üç sabah namazı vakti ziyaret edilir. Türbe perşembe geceleri ve cuma günleri öğlene kadar açıktır. Genellikle türbe sıtma hastalığına yakalananlar tarafından ziyaret edilmektedir. Sıtmaya yakalanan kişi yere yatırılır. Hastanın baş tarafına türbenin alanına ait üç taş konulur ve yine aynı mekâna ait çalı çırpıdan küçük birkaç tane hastanın ayak tarafında yakılır. Hasta biraz rahatlayınca “çıralık” denilen bir miktar para bırakıp gidilir. Ayrıca, türbenin ziyaret edilmesinin diğer başlıca sebepleri şunlardır. Evde kalmış kızların bahtlarının açılması, çocuğu olmayan kadınların çocuk sahibi olması, sınavda başarılı olunması ve her türlü istek, arzudur.
Kaynak ; Adıyaman Evliyaları , Abdulhalim Durma
Hz. Üzeyir Peygamber Türbesinde ; Adıyaman – Gerger’den Nemrut dağına giderken Sutepe köyünde yol üzerinde
Üzeyir Peygamber ziyaret yeri, Kâhta’dan Gerger’e giderken Nemrut Dağı yol ayrımını geçtikten hemen sonra yolun sağ tarafındadır. Adıyaman iline 77 km., Gerger ilçesine 35 km. uzaklıktaki Sutepe köyü Siver mezrası içinde, yol üzerindedir. Üzeyir Peygamber’in makamının bulunduğu bu yere bir cami yaptırılmıştır. Şeyh Hüseyin’in müşahedesiyle Üzeyir peygamberin makamı tespit edilip buraya türbe yapılır.
Buraya genel olarak dua etmek için ve ziyaret amaçlı gelinir. Bu zatın aracılığıyla kurban veya adak adamanın uygun olmayacağı, ancak Allah’a yalvarıp, Allah için kurban adanabileceği bildirilmiştir. Hastaların şifa bulacağına inanıldığı için buraya da hastalar getirilmektedir. Dileklerini kağıtlara yazıp türbenin içine atan hastalar, perşembe gecesi burada yatmakta, cuma sabahı kalkıp gitmektedirler. Bu hastaların büyük çoğunluğunu genellikle ruhsal yönden hasta olanlar, cin çarpmış olanlar ve felçli olanlar oluşturmaktadır. İyileşirlerse gelip burada kurban kesip dağıtırlar,
Üzeyir peygamberle ilgili olarak Bakara suresinin 259. ayetinin meali şöyledir. “Yahut evlerinin duvarları çatıları üzerine yıkılmış, ıssız bir kasabaya uğrayan kimsenin durumu gibi. Bu kişinin, “Allah, bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltecek?” demesi üzerine Allah onu yüzyıl ölü olarak tuttu, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın” diye sordu. “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldım” dedi. Allah “Hayır, yüzyıl kaldın. Anlamak için yiyeceğine içeceğine bak. Henüz değişmemiş; eşeğine bak, -seni insanlara bir işaret kılmamız için- ve kemikler bak, onları nasıl düzeltiyor ve üzerini etle kaplıyoruz” buyurdu. Artık o adam için durum açıkça ortaya çıkınca, “Biliyorum ki Allah kesinlikle her şeye kadirdir” dedi.
Mealin tefsirinde, olayın geçtiği kasaba Beytülmakdis, buraya uğrayan şahıs ise bir rivayete göre Yeremya b. Hilkiya, bir başka rivayete göre ise Üzeyr b. Şerhiya’dır. M.Ö. 586’da Kudüs’ü işgal eden Buhtunnasr. Beytülmakdis’i tahrip eder, halkını da esir ederek Babil’e götürür. “Hezekial peygamber bu zalim hükümdarın, Hz. Musa’dan kalan kutsal emanetleri ve sandığı da alıp götürmesinden korkmuş, bunları Kudüs’te bir kuyuya atıp üzerine de bir alamet koymuştu. Esir olarak Babil’e gittikten sonra burada vahye dayalı bazı yazılar yazmıştı; bunlardan birinde konumuz olan ayette geçen olayın bir benzeri de vardır. Hezekiel 560 yılında vefat etmiş, Kudüs ise Üzeyir Aleyhisselam zamanında, 458’de yeniden imar edilmiştir. Aradan geçen zaman yaklaşık yüzyıldır. Anlaşılan vefatından yüzyıl sonra Allah Teala Hezekiel peygamberi diriltmiş, onu ölü kemiklere nasıl can verdiğini, bozulmamış yiyecek ve içeceğini, kendine iade ettiği eşeğini göstermiş ve bütün bunları (peygamberine lutfettiği mucizeleri), öncelikle orada bulunanlara, sonra da Kur’an’ın gelişine kadar vahiy yoluyla bu bilgiye ulaşan insanlara ibret kılmıştır. Bu ibret Allah Teala’nın insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu göstermektedir ve ahret inancının bir delilidir.”
Kaynak ; Adıyaman Evliyaları , Abdulhalim Durma
Hz. Mahmud Ensari(r.a.)’ın türbesi ;Adıyaman’ın 7 km doğusunda bulunan Elifli (İpekli) Köyünün yanında bulunan yüksek ve sivri Ali Dağındadır. Türbenin bulunduğu yer Adıyaman’dan bakılınca görülmektedir.
Mahmut El-Ensarî’nin türbesi, şehir merkezinin yedi km. kadar doğusunda Elif (İpekli) köyü civarında, Adıyaman’dan bakıldığı zaman görülen yüksek ve sivri bir dağın (Ali Dağı) üzerindedir. Türbenin Bağdat Seferi dönüşünde, IV. Murat’ın buyruğu ile sahabeden Mahmud el Ensari adına yaptırılmış olduğu kabul edilir. Bu zâtın da Medineli olduğu sanılmaktadır. Bir rivâyete göre, Hz. Muhammed El-Ensâri hazretlerine, ”Hısn-ı Mansur’a gidip İslâmiyet’i yayacaksın.” der. Mahmud el Ensari din uğruna savaşırken burada şehit olur. Bu zâtın yattığı yerde başka şehit mezarlarının da olduğu belirtilmektedir. Türbe, Ebu- Zer Gıfari türbesi yakınlarındadır.
Tavanı taş üzeri sıva olup, bir kubbe ile örtülü olan türbenin sol tarafında betonarme dört odalı bir bekçi evi, sağ tarafında ise briketten yapılmış mutfak ve depo, girişte de mescit bulunmaktadır. Türbe girişinin sağında on iki imamın adının bulunduğu bir yazı yer alır. Basık kemerli giriş kapısından içeri girildiğinde karşıda Mahmut el- Ensari’ye ait olduğu kabul edilen sanduka bulunmaktadır. Sandukanın üzeri yeşil örtülerle kaplı olup, başında büyük tespihler bulunmaktadır. Türbe kapısının üzerindeki kitabede H.1126 tarihi yazılıdır. Bu tarihin türbenin tamir tarihi olduğu tahmin edilmektedir. Halk arasında Mahmut el- Ensari’nin sahabeden biri olup, Ebu Zer Gıfari ile beraber şehit düşmüş olduğu anlatılır. Adıyaman bölgesinin fetih hareketlerine katılmak amacıyla İslâm ordusuyla buraya gelip, Ali Dağında şehit düştüğü, Mahmut el-Ensari adından da yola çıkılarak ensardan olduğu rivayet edilmektedir. Önceleri mezarında bekleyen kimsenin bulunmadığı, boş bir vaziyette olduğu kayıtlarda mevcuttur. Sonradan türbesi IV. Murat tarafından yaptırılmıştır.
Bu türbe, Alevî kesimi dahil birçok insan tarafından ziyaret edilmektedir. Türbe daha çok çocuğu olmayan ya da erkek çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar tarafından tatil günleri ziyaret edilmekte ve daha sonra erkek çocuk sahibi olan kadınlar çocuğuna “Mahmut” ismini vermektedirler.
Kaynaklar ; Adıyaman Evliyaları – Abdulhalim Durma
Adıyaman – Merkeze 7 km uzaklıktaki Ziyaret payamlı köyünde.
Ebu-Zer Gıfari hazretlerinin türbesi, Adıyaman’ın beş km. doğusundaki Ziyaret köyünde yüksekçe bir tepenin üzerinde yer alır. Bu türbe rivayetlere göre IV. Murat tarafından yaptırılmıştır. Anlatıldığına göre Ebu Zer Gıfari, Hz. Ali zamanında yöreye gelen bir İslâm ordusunun sancaktarıdır. 1939 -1940 yıllarında türbede bulunan sancağın yetkililer tarafından Malatya müzesine götürülmüş olduğu söylenir.
Burası, sürekli çalışan Ziyaret minibüslerinin yanı sıra, Ziyaret Çayının varlığı, zamanında su değirmenlerinin kattığı ayrı bir canlılık ve güzelliği, yeşil alanlarının bolluğu, hizmet birimlerinin mükemmelliği ve Ziyaret Kabristanı ile halk nazarında oldukça gözde bir mekandır. Düğünlerde, sünnetlerde konvoy eşliğinde bu türbeye gelinir. Gelin ve damat veya sünnet olacak çocuk ve yakınları sandukanın başında bir Fatiha okuyup, dua edip tekrar dönerler. Bu türbe, yöre halkı tarafından en çok ziyaret edilen türbelerin başında gelmektedir. Toplumun her kesiminden insan, kadın-erkek, Alevî-Sünnî, bu türbeyi ziyaret etmektedir. Evlenecek olan çiftler, düğün konvoyu ile bu türbeye gelir ve türbenin başında ömür boyu mutlu olmak için dua ederler. Ayrıca halk, özellikle şifa bulmak, çocuk sahibi olmak için buraya gelmektedir. Daha sonra çocuk sahibi olanlar, çocukları erkekse ismini Abuzer koymaktadır. Yörede Abuzer isminde birçok kişi bulunmaktadır. Türbeye, piknik amaçlı olarak da sıkça gelinmektedir. Burada genel olarak kurban adanmaktadır. Dileği gerçekleşenler kurbanlarını keserek burada pişirip türbede bulunanlara dağıtırlar ya da türbenin bulunduğu yerde kesip eşine dostuna dağıtır. Adarken nasıl niyet ettiyse adağını o şekilde gerçekleştirir. Ayrıca sünnet olan çocuklar veya evlenen çiftler düğün günü bu ziyarete getirilir ve burada dualar okunur.
Türbenin karşısında köy mezarlığı, ön tarafında mutfak, arka kısmında hayvan kesme yeri bulunmaktadır. Mescit ve türbe olmak üzere iki kısımdan oluşan türbe, betonarme bir yapıdır. Mescit, kadın ve erkekler için iki ayrı bölmeden meydana gelir. Türbenin girişinde sol taraf bayanlara ayrılmış mescit, sağ taraf ise erkeklere ayrılmış mescittir. Erkek mescidinin girişinde Ebu-Zer Gıfari’ye ait olduğu söylenen, “En garip ve muhtaç olduğun gün kabre konulduğun gündür”, yazısı bulunmaktadır. Türbenin solunda yer alan mescitte iki tane sanduka yer alır. Bunlardan birinin türbedarlardan birine ait olduğu söylenir. Türbe kısmına üç basamakla inilir. Üzerinde H.1136 yılına ait tarihli kitabesi olan kemerli bir kapı ile girilir. Bu kısım dört paye üzerine oturan bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin doğu, batı ve güneyinde bitişik tonozlar yer alır. Türbenin üzeri yeşil örtülerle kaplı olup, başında büyük tespihler bulunmaktadır.
Anlatıldığına göre, Ebu-Zer Gıfari, içlerinde Mahmut el-Ensari’nin de bulunduğu bir orduyla İslâm’ı tebliğ için Adıyaman’a gelir ve eski adıyla Piryun (yeni adı Pirin) olan yerde Bizanslılar ile karşılaşırlar ve Savaş esnasında, EbuZer Gıfari’nin başı kopar, ama buna rağmen o başını koltuğunun altına alır.
Abdullah Aydınlı makalesinde, künyesiyle meşhur olduğundan adı adeta unutulan Ebu Zer el-Gıfari’nin, Haram Aylar’da bile yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfar kabilesine mensup olduğunu yazar . Gıfari, kabilesinin en gözü pek yağmacılarından olsa da, halkı gibi putlara tapmaz ve hatta onlardan nefret eder. Kendisinin belirttiğine göre, İslamiyeti kabul etmeden birkaç yıl önce Allah’a ibadet etmeye başlar. Hz. Peygamber’in davetini duyunca, ilk bedevi Müslüman diye bilinen Ebu Zer, dördüncü veya beşinci kişi olarak İslamiyeti kabul eder. Hz. Peygamberin kendi kabilesine göndermesiyle halkının yarısı İslamiyeti kabul eder. Uhud veya Hendek gazvesinden sonra Medine’ye hicret eden Ebu Zer, artık hep Hz. Peygamberin yanında ve hizmetinde bulunur. Hz. Peygamber her zaman onun kendi yanında bulunmasını ister ve bazı konularda görüşünü alırdı. Son hastalığı sırasında yanına çağırtmış ve kendisini kucaklamıştır. Ebu Zer Gıfari Hz. Ömer zamanında fetihlerde bulunmak için Suriye’ye gider. Daha sonra Amr ibnü’l As ile Mısır’ın fethine katılır. Hz. Osman döneminde de fetih hareketlerinde bulunur. Bu dönemde Ammuriye’ye kadar giden ordu ile Anadolu fetihlerine, Kıbrıs fethine katılır. Halife ile arasındaki anlaşmazlık sebebiyle Medine’ye üç mil mesafede bulunan Rebeze’ye sürgün edilir. 653’te Rebeze’de vefat eder. Diğer bazı Sahabiler gibi İstanbul Ayvansaray’da da bir makam-kabri bulunmaktadır. Hz. Peygamber onun hakkında, “Gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur”, demiştir. Hz. Peygamber ile devamlı birlikte bulunması ve aklına gelen her şeyi sorması sebebiyle ilimde üstün bir seviye kazandığı kabul edilir. Ebu Zer’in hayatına dair müstakil eserler kaleme alınmıştır.