Afyon Mevlevihanesi

Afyon Mevlevihanesi

Karahisar-ı Sahib Sultan Dîvanî Mevlevîhanesi olarak da bilinen Afyonkarahisar Mevlevîhanesi, Konya Mevlana Dergahı’ndan sonra ikinci önemli dergahtır. 13. yüzyılda kurulduğu bilinen tekke, mevlevîhaneler içinde ilk açılanlardandır. Ancak kim tarafindan ve kimin adina yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir.

Hz. Mevlana’nin, Sultan Veled ve Alaeddin Çelebilerin 6-7 yaşlarında olduğu zamanlarda, onlarla birlikte Kale Muhafızı Bedreddin Gühertaş’ın davetlisi olarak Afyonkarahisar’a geldiği ve hatta oğullarını da burada sünnet ettirdiği kaynaklarda zikredilmektedir. Daha sonraki yıllarda Sultan Veled ve oğlu Ulu Arif Çelebi de buraya gelmiş ve Mevlevîliğin gelişerek yaygınlaşması için önemli adımlar atmışlardır.

Afyonkarahisar’da ilk Mevlevîlik tohumları Sultan Veled zamaninda atılmıştır. Sultan Veled burada kaldığı sürede kızı Mutahhare Hatun’u Germiyanlı Savcı Bey’in oğlu Umur Bey ile evlendirmiş ve 1276 yılına tekabül eden bu izdivaç ile iki aile arasındaki akrabalık bağları kuruşmuştur. Böylece Çelebi soyu Konya dışında buradan da kök salmaya başlamıştır. Birtakım kaynaklar Afyonkarahisar’daki ilk mevlevîhanenin bu tarihlerde kurulmuş olduğundan söz etmektedirler. Ancak dergah daha sonraları muhtemelen yıkılmış veya yıktırılmıştır.

Afyon Mevlevihane’sinin Mimari Özellikleri ve Bölümleri
Mevlevîhâne, Afyonkarahisar Şehir merkezi, Zâviye Sultan Mahallesi, Akmescit Caddesi Zâviye Canbaba yokuşu ile Türbe Caddesi arasında bulunmaktadır. Yapı, ana mekan ile bahçesinde yer alan çeşitli birimleriyle yaklaşık 5.000 m2 lik bir alan üzerindedir. Neo-klasik ve Türk Barok üslubu özelliğinde inşa edilen yapı, “Zâviyeli Mescid” vasfını taşımaktadır
1) Ana Mekan
Mevlevîhânedeki ana mekan cami-mescit, semâhâne ve türbe bölümlerinden ibarettir. Bina bir ana kubbe ve beş küçük kubbe ile örtülüdür. Yapıya ek olarak pramit çatılı son cemaat mahalli bulunmaktadır. Barihüda Tanrıkorur yapının 740 m2 lik alanı kapladığını tespit etmifltir.
Ana Girişle son cemaat mahallinde bulunan ahşap çift kanatlı, aynalı kapı ile girilmektedir. Kilit taşının içinde kabartma destarlı sikke motifi üzerinde Besmele-i şerif yazılıdır
a) Cami-Mescit Semahane ve Türbe Bölümü
Mevlevîhâne’nin ana mekanında cami-mescit, semâhâne ve türbe bölümüAfyon Mevlevi camii 2 bulunmaktadr. Ahşap çift kanatlı aynalı, yüksekçe görkemli işçiliğe sahip olan iç girifl kapısı günümüzde de estetiğini korumaktadır. Kapı üstü kemeri ve beşgen kilit taşı mermerden yapılmış olup tüm sadeliğini göstermektedir.
Semâhâneye göre, ortada ana kubbe, güneyde iki küçük kubbe ile mescit, şerbethâne ve kadınlar bölümü üzerinde güneyden kuzeye doğru dizilmiş üç küçük kubbe yer almaktadır.

Son cemaat mahallinden semâhaneye girişte sol kısımda mescit bölümü yer
alırken; ana kubbe altında semâhâne, semâhânenin güneyinde camii bölümü, her ikisinin doğusunda da türbe bölümü, yine ana yapının kuzey-batısında mutribhâne sundurmalı olarak bulunur. Burası Post Makamının üstündedir.

Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nde, semâhânenin yan tarafında sema edenleri seyir edercesine on iki Ekran Resmi 2015-09-26 11.11.30adet sanduka bulunmaktadır. Sandukaların ortasında insan boyundan biraz daha yüksek olarak Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sandukası yer almaktadır.
Buradan mihraba doğru sırayla Aba-pûş Mehmet Bâlî (Velî) Çelebi, Hızır Şah, İlyas Şah, Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede’ye ait sandukalar bulunmaktad›r. Gölpınarlı, Şâhidî’nin mezarına çelebilerden Bâki Efendi’nin gömülmüş olduğunu nakletmektedir.
Aba-pûş Mehmet Bâlî (Velî) Çelebi’nin sanduka örtüsü 1894 tarihlidir. Sultan Abdülhamit II tarafından Sultan Dîvâni sandukası üzerine örtülmek üzere gönderilmiştir. 1884 tarihli Hüdavendigar Vilâyeti Salnâmesi’nde belirtildiğine göre, Hazine-i Hâssa Şahânece özel olarak imal ettirilmiş olup pirinç parmaklklarla birlikte gönderilerek yerlerine konmuştur. Sultan Mehmet Reşat’ın gönderdiği yeşil örtünün Sultan Dîvâni sandukası üzerine örtüldüğü, boşta kalan kırmızı örtünün de Aba-pûş Mehmet Bâlî (Velî) Çelebi sandukas› üzerine serildiği anlaşılmaktadır.
İlyas Şah Çelebi sandukasının arka bölümünde Kemal Çelebi’nin kızı Bahar Hanım ile Ziya Çelebi’nin kızı Mutahhara Hanım’ın mezarı vardır. Şâhidînin ayak ucundaki Rıza ve Baha Çelebilerin mezarları sandukalıdır. Aba-pûş Mehmet Bâlî (Velî) Çelebi’nin ayak ucunda ve Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sağında Şah İsmail’in oğlu Alkas’a (Sofu-Safi Mirza) atfedilen bir mezar bulunmaktadır.

Semâhâneye girişte sol tarafta, birinci sırada Dîvâne Mehmet Çelebi’nin âteşbâzı Furûni Dede’nin sandukası bulunmaktadır. İkinci sırada Mehmet Ra- şit Çelebi, Ahmet Kemâlettin Çelebi ve Celâleddin Çelebi efendilere ait sanduka mevcut olup dededen toruna üç nesil bir arada medfun bulunmakta-
dır. Üçüncü sanduka altında Şeyh Murat Çelebi’ye, dördüncüsü ise Meczup Abdülbâki Efendi’ye aittir.

Camiinin minaresi kuzey-batı köşesinde yer almaktadır. Cami ile birlikte ortak temele oturan minare, kubbe hizasına kadar duvarı içinden çıkmakta olup kesme taştan çokgen dilimli ve yüzeyi oluklu olarak yapılmıştır. Şerefe altında iki ayrı silme bulunmaktadır. Taş çıkmalar üzerinde Şerefe yer almıştır. Korkulukları taştandır, külah boğumlu olarak daralmaktadır.

b) Şerbethâne ve Kadınlar Bölümü
Mescit ve semahaneye girildiğinde türbe bölümünün solunda iki katlı bölümün üst katında kadınlar bölümü, alt katında Şerbethâne yer almaktadır. Şerbethâne günümüzde kadınlar bölümü olarak kullanılmaktadır. Şerbethâne’nin arka kısmına bir takım insanlar defin olmuşlar. Bunlardan Mollazâde Mehmet Nuri Paşa Çelebi, Sadık Bey, babası Süleyman Bey, oğlu Ali Bey gibi kişilerle Köçek Mustafa Dede’nin kimlikleri tespit edilmiştir. 1902 yılında zuhûr eden büyük yangından sonra Mevlevîhâne’nin yeniden yapılışında Köçek Mustafa De-
de’nin mezarı üzerine sanduka konulmadığı anlaşılmaktadır.
Mevlevîhâne’de altmış altı yıl tekke-nişînlik, camisinde hatiplik yapan Raşit Dede, nâm-ı diğer Hatip Hoca, türbe hakkında Şunlar› söylemiştir: “Mevlevî tekkesi H.1318/M.1902’de vuku bulan yangında yanmazdan evvel tekkenin (Sultan Dîvânî) nin merkadi ile mukabil köşesindeki parmaklık arasında 5 sandûka vardı. Bu sandûkalarından biri (Beyatî) âyini bestekâr Ahmed Raşid ÇelebiMustafa Dede’ye, biri de Sultan Dîvânî’nin ateşbaz (Furûnî) Dede’ye ait bulunuyordu. Yangından sonra tekke tekrar yapılırken bu parmaklığın biraz tevsii istendi; bu maksatla Furûnî Dede’nin evvelce parmaklık içinde olan sandûkası biraz yan tarafa çekildi ve o zaman yer daraldığı için oraya Furûnî Dede, ikincisi Reşit Kemal, Celâl çelebiler, üçüncüsü maktul Ali Çelebi’nin biraderi Münir? [Murat?] Çelebi, dördüncüsü de Meczup Bakî Çelebi namlarına ancak 4 sandûka sığdırılabildi ve Mustafa Dede’nin sandûkası da büsbütün kaldırıldı. Bu zatın asıl kabri tam ikinci sandukanın bulundu¤u yerde idi.
c) Son Cemaat Mahalli
Mevlevîhâne’ye ana kapıdan girişte bulunan son cemaat mahalli 7m x 7m taban ölçüsünde ve 7 m yüksekliğinde iki adet piramitle örtülmüştür. Pramit çatıların uç noktasında destarlı sikke alem bulunmaktadır.
Ahşap olan Son Cemaat Yeri penceresinin dış kısmında işlemeli demir parmaklıklar bulunmaktadır. Pencere içi duvarları eğik yapılmıştır. Bu özellik cami içerisine bol ışık girmesini sa¤lamaktadır.
2) Diğer Birimler
a) Derviş Hücreleri
Mevlevîhâne’ye kuzeyden ana kapıdan girişte sol kısımda iki katlı derviş odaları bulunmaktadır. Bu bölümün üst katında yan yana dizilmiş sekiz derviş hücresi yer alır. Odalardan sonra yaklaşık 1,5 m kadar alt zeminde tuvaletler yer alır.
1844 tarihli arşiv kayıtlarından anlaşıldığına göre diğer bir takım birimlerle birlikte beş derviş odası, tamire muhtaç olduğu belirtilerek derviş odalarının dokuza çıkarılması planlanmıştır. XX. Yüzyıl başlarında zuhur eden büyük yangından sonra yeniden yapılan dede hücrelerinden dergâh ile matbah arasında kalanlar 4 Nisan 1934 tarihinde yıktırılmıştır
b) Matbah-ı Şerif
Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nin kaleye bakan kapısından içeri girildiğinde yaklaşık on-on iki ayak basamakla çıkıldığında sağda Matbah-ı şerif bulunmaktadır. Güneyde yer alan iki kanatlı kapıdan girilir. Kareye yakın planlı, dört kemer üzerine tek kubbe inşa edilmiştir. Üç bölümde kuzey kısmında Ocak başı ile Âteş-bâz Velî Makam bulunmaktadır.
c) Meydân-ı Şerif ve Selamlık Dairesi
Meydân-ı Şerif ile Selâmlık Dairesi, ana bina ile matbah arasında olan bina ünitesidir. Bu yap şu anda yoktur. Hamdi Özkara’nın belirttiğine göre, Meşrûtiyetin ilanı (1908) sıralarında matbahın sağ tarafı ile karşısında iki katlı bir çok oda yapılmış olup buralarda dedeler oturmakta imişler. Zamanla harap olan bu odalar 4 Nisan 1934 tarihinde yıktırılmış, sadece sokağa bakan duvarı kalmıştır. 1908 yılına ait olduğu sanılan Mevlevîhâne’nin açılış fotoğrafında giriş kapısının sağında Meydân-ı şerif ile Selâmlık Dairesinin ikinci kat pencere kanatları görülmektedir.
d) Şeyh-Harem Dairesi
Mevlevîhâne bahçesinin güney bölümünde su deposundan sonra Şeyh efendilerin oturduğu iki katlı ahşap bir bina bulunmakta idi. Şeyh Mehmet Râşid Çelebi, 1857-58/H.1274 yılında Mevlevîhâne’nin bitişiğinde olan ve Tekke Bahçesi diye bilinen vakıf bahçenin zemin kirasını vererek kendi ailesi ve divanhane için bir ev yapma talebinde bulunmuştur. Bu yapının 1902 yılında tezahür eden büyük yangında yandığı, Mevlevîhâne ile birlikte yeniden yapıldığı anlaşılmaktaysa da binanın daha sonraki yıllarda tekrar yandığı rivayet olunmaktadır.

e) Hâmûşhân (Mezarlık)/Hadîkatü’l-ervah (Ruhlar bahçesi)
Mevlevîler mezarlığa “Susanlar Yurdu” anlamında “Hâmûşhâne”; burada yatanlara da “Susanlar” anlam›nda “Hâmûşhân”, denmesinin yanı sıra, “Hadîkatü’l-ervah (Ruhlar bahçesi)” de denilmektedir. Mevlevîhânelerin pek çoğunda türbe ve hâmûşhânda Şeyh aileleri ile dervişler defin olmuşlardır. Afyonkarahisar hâmûşhânı, ana yapının doğusunda yer almakta idi. Cumhuriyet döneminde mezarlıklar şehir merkezinden kaldırılırken buradaki mezarlık da kaldırılarak bahçe haline getirilmiştir. Bahçe son olarak 1996 yılında tekrar düzenlenmiştir. Mevlevîhâne hâmûşhânında defin olanlardan Şeyh Ahmet Çelebi (öl.1830) ile Namık Kemal’in annesi Fatma Zehra Hâtun’un kimlikleri tespit edilmiştir
f) Şadırvan
Bahçenin birinci kademesinde 5 m sekizgen kolonlu Şadırvan bulunmaktad›r. Buradaki alanın tamamı taş plakalarla kaplanmıştır. Bu alandan bir basmakla çıkılan ikinci alanın kıble yününde bir musalla taşı vardır. 1844 tarihli arşiv kayıtlarından DSC01956anlaşıldığına göre, avluya bir adet şadırvan yapılması planlanmıştrr. Planlanan şadırvanın şeyh Kemâleddin Çelebi döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Hamdi Özkara’nın eski müftülerden Hüseyin Bayık’tan rivayetine göre, Mevlevîhâne girişinde bahçe ortasında bulunan şadırvan Şeyh Kemâleddin Çelebi zamanında Emirdağlı Ali Baba isimli bir hayırsever tarafından on sekiz bin kuruşa yaptırılmıştır. 1960’lı yıllarda halk tarafından üstü örtülü olarak yeniden inşa edilmiştir.
g) Su Deposu
Dergâha güney kapıdan girildiğinde sağ bölümde yer alan su deposu XX. Yüzyıl ortalarında Mollazâde Feyzi Bey kızı Hacı Emine Çelikalay tarafından yaptırılmıştır. Batı cephesi duvarında Türkçe kitabesi bulunmaktadır.

Afyonkarahisar’da Sultan Veled tarafindan yaptırıldığı bilinen mevlevîhanenin yıkılış sebebi ise, aslinda bu arsaya daha büyük ve müştemilatı daha geniş olan bir dergah yapılmasıdır. Mevlevîliğin en hızlı yaygınlaşma zamanı olan Ulu Arif Çelebi zamaninda, Çelebi Afyon’a da gelmiş ve bu sırada misafir olarak kaldığı Sahipoğlu Ahmed Bey’in de kalbini fethetmiştir. Ahmed Bey de, genişçe olan dergah arsasını Ulu Arif Çelebi hatırına bağışlamıştır. Bunun üzerine 1316’da dergah ikinci kez ahşap olarak inşa ettirilmiş ve bina bu tarihten itibaren bir asitane olarak hizmetine devam etmiştir. Bu tarihten sonra mevlevîhaneye çeşitli devlet adamları tarafindan çok sayıda gelir vakfedilmiştir.

Mevlevîhaneye en fazla rağbet edilen dönem olarak ise, Sultan Dîvanî dönemini görmekteyiz. Sultan Dîvani’nin teşkilatçılığı, devlet adamları ile iyi geçinmesi ve onlarla sürekli diyalog halinde olmasi, çok seyahat etmesi, Mevlevîliğin parlak bir dönem geçirmesine sebep olmuştur.

Tarihte birkaç kez yangın geçiren mevlevîhane, 20. yüzyila da birtakım tamir ihtiyaçlarıyla girmişti ki, 1902 yılındaki büyük yangında bütün müştemilatı ile birlikte tamamen kullanılamaz hale gelmiştir. Son yapımda mevlevîhanenin taş işçi ustalığını ise Ermeni Andon Usta yapmıştır. Dönemin padişahı Sultan II. Abdülhamid’in özel gayretiyle yeniden yaptirilan bina, camiinin bugünkü haline kavuşmuştur.

Afyon Mevlevihanesi Postnişinleri
Yusuf İlgar’ın çalışmasından öğrendiğimize göre, Süleyman Şah ile Mutahhara Hatun’un büyük oğlu Çelebi Hızır Paşa 1276 yılında dünyaya gelmiştir. Menkıbeye göre, doğduğu ayda Hz.Hızır onu elinden tutarak ‘vera-yı ihtifa’ya çeker. Birkaç gün aramadan sonra Karahisar’da Kale-i Cebel’ deki (Hıdırlık Dağı) sonradan Hızır Makamı diye meşhur olan yerde dişi bir aslanın kucağında bulunur. O sırada henüz bir haftalık bebek olan Çelebi’nin, bir yaşındaki çocuk kadar gelişmiş olduğu gözlenir. Bu olaydan sonra, Çelebi ‘Hızır’ismiyle birlikte anılır. Paşa, Selçuklu devleti tarafından ‘tuğ, alem (bayrak, sancak), kılıç ve kalem ile’ şereflenmiştir. Uzun bir ömür süren Hızır Paşa, 1371 yılında 97 yaşında iken vefat etmiştir. Alişir oğlu Yakup Han’ın Ulu Arif Çelebi evlatlarına ve Mevlevihaneye bir takım köyleri vakfetmesi, XIV. yüzyıl başları itibarıyle şehirde bir zaviyenin varlığını düşündürmektedir. Bu dönemde Hızır mahlasıyla şiirlerini Farsça yazmış olan Çelebi, muhtemelen bu zaviyenin ilk şeyhi idi. Vefatından sonra torunu Abapuş Mehmet Bali Çelebi zaviyenin şeyhi olur.

1-Abapuş Veli

1350 yılında doğan AbapuşVeli Ahmet Paşa’nın oğludur. İyi bir eğitim görür. Dedesi Hızır Paşa’nın etkisiyle Mevleviliğe yönelir.
1371’de Mevlevihaneye şeyh olur. Saltanat elbisesi yerine tarikat abası ve külahı giymesinden dolayı Abapuş lakabıyla Afyonkarahisar’da meşhur olur. Dede İni ismiyle bilinen mekanı çilehane olarak kullanır ve hayatının büyük bir kısmını burada uzlete çekilerek geçirir. Devletin ileri gelenleri, alimlerin pek çoğu, talebeleri ve eşrafın bazıları onun sohbetlerini takip eder. Timur Karahisar’a gelince onu ziyaret eder ve çeşitli hediyeler sunar. Abapuş Veli hediyeleri kabul etmez. Menkıbeye göre, Timur’un, ‘Sizin bulunduğunuz bu yerler viran olmaktan uzaktır‛, diyerek Karahisar’a zarar vermez denilse de, tarihen sabittir ki, Timur’un torunu Hüseyin Mirza, Akşehir ve Karahisar civarını istila ederek kan akıtmıştır. Vefatından bir yıl önce oğlu Sultan Divani’yi Karahisar Mevlevihanesi şeyhliğine görevlendirir. Kendisi uzlete çekilir 1485’te vefat eder. Kabri mevlevihane içindeki türbededir.
2- Sultan Divani
3-Hızır Şah Çelebi

4-Şah Mehmet Çelebi
Daha çocuk yaşta iken şiir söylemeye başlayan Şah Mehmed Çelebi iyi bir eğitim görür. Bir gün babası ile otururken biri alim diğeri cahil iki derviş birbiriyle çekişir. Alim olanı cahile imalı olarak, ‚Bre odun!‛, diye hitap eder. Cahil derviş, öfkeden ateş kesilerek arkadaşını şeyhe şikayet edince, Nefs-i bed-hu k’ola pür-ateş odun
lafzından Hime-i nar-ı gazab
olduğuna şahiddir beytiyle cahilin kafasına bir odun da Şah Mehmed Çelebi vurmuş olur. 1575 yılı vakıf kayıtlarından Mevlevihane ve mescidinin vakıf yönetimi Şah Mehmed Çelebi’de bulunduğu görülür. Vefatı ile kızı Destina Hanım II, onun yerine vakfın mütevellisi olur.
5-Çelebi Küçük Mehmed Efendi
1584’te dünyaya gelen Çelebi Küçük Mehmed Efendi iki yaşında annesini kaybeder ve ablası Destina Hatun tarafından yetiştirilir. 1606’da vakfın tevliyeti ile Mevlevihanenin şeyhliğini resmiyette üzerine alır ise de, ablası Destina Hatun 1630’daki vefatına kadar idarede etkili olur. Küçük Mehmed Efendi’nin Güneş Han-ı Kebire, Kerime, Rahime, ve Seher isimlerinde dört kızı dünyaya gelir. Çelebi Küçük Mehmed Efendi döneminde isyanlar ortaya çıkmış, Mevlevi dervişlerini de bu isyanlara ortak yapma çabaları olmuştur. Ġsyancılar ihtilal yapma hevesiyle özellikle militan bir grup öğrenciyi Mevlevi dervişlerin arasına katmışlar, bu arada şehirdeki bazı medreseleri de perişan hale getirmişlerdir. Ġsyancıların olumsuz davranışları Çelebi Küçük Mehmed Efendi’den sonraki dönemde de devam etmiştir. Çelebi’nin yerine Karahisar Mevlevihanesi şeyhliğine yetiştirdiği, eğittiği amcası oğlu ve damadı Çelebi Mehmed Arif III Efendi tayin olur.
6- Mehmed Arif Çelebi
Mollazade diye anılan III. Mehmed Arif Çelebi 1597’de dünyaya gelir. Sekiz yaşında yetim kalan Çelebi, Küçük Mehmed Efendi’nin terbiyesi altında yetişir. Kara Mustafa Paşa’nın tevcihi ile 1635’te Mevlevihaneye şeyh olur. Döneminde pek çok insanın zulüm gördüğü Celali isyanları devam eder.
‘Su akmadığı zaman kokar’ düşüncesiyle ceddi gibi sıkça seyahat ederse de, şeyhi, hocası ve aynı zamanda kayınpederi olan Küçük Mehmed Efendi, ‘Değişmeyen, kokmayan derya ol, deniz ol’ diyerek seyahati bırakmasını işaret eder. ‘Ebu’l Meşayih ve Hulefa’ unvanını alır. Kendisini çekemeyenlerin iftirası ile Bolvadin Mahkemesine şikayet edilince, karşı tarafın iddia ettiği hak talebini cömertçe ödeyen Çelebi şöyle buyurur. ‚Hasımlarımın bu fakiri taciz ettiği, rahatsız ettiği akıl sahipleri indinde malumdur. Ancak istenilen bu meblağın gerekçesinin açıklanmasını istesek, biz onları taciz etmiş olurduk. Çünkü o zaman işin iç yüzü ortaya çıkardı. Sonra biz bu borçtan beri olduğumuza yemin etsek, dedemiz Hz. Ebubekir’in yolundan ayrılmış olurduk. Zira yok yere ona bin dinar borç isnad edildiğinde böyle bir borcu olmadığına dair yemin etmeyip o borcu verdi. Ayrıca onların bize karşı muameleleri sebebiyle sevap kazanmamız, onların ise bizim yüzümüzden cezalandırılmaları bize uygun düşmez.‛ Çelebi’nin hakkında anlatılan bir menkıbe şöyledir. ‚Bir tarihte Çelebi Büyük Kalecik köyüne gider. Etrafı seyrederken gözüne çarpan yüksek bir kayaya merdivenle çıkmıştır. Çevresi taşlık ve kayalıktır. Etrafa bakınırken şakacı birisi merdiveni alıp saklar. Şeyh inmek için merdiveni aradığında, şakacı, ‚Bize ikramda bulunmadıkça merdiven gelmez‛, der. O da doğru söylüyorsun diyerek cebinden çıkardığı üç avuç dolusu parayı serper. Herkes paraları toplamakla meşgul iken Çelebi gözden kaybolur. Para toplayanlar başlarını kaldırdıklarında çelebiyi göremeyince şaşırıp kalırlar. Çevreyi arayıp bulamayınca, durumu dergah yetkililerine haber verelim diye gittiklerinde Çelebiyi odasında oturur vaziyette bulurlar. Şaşkınlıkla nasıl geldiğini sorduklarında Çelebi, ‚Bu bize ecdadımızdan mirastır. Bunda garip bir şey yoktur‛, buyururlar.
Konya Mevlana Dergahı postnişini Ebubekir Çelebi’nin 1637’de IV. Murad’ın fermanıyla görevden alınması üzerine Konya Dergahına postnişin olur ve 1642’de vefatına kadar bu makamda kalır. Mesnevihan Kasım Dede’nin onun vefatı üzerine söylemiş olduğu kıta şöyledir.
Arif Efendi rafi katd u cud olub Çekdi liva-yı hicreti ıtlak mülküne Sal-i gamimde münhasıf oldı mah-ı ah Virdi şikest hüzünle uşşak silkine Kayınpederi gibi Çelebi’nin de Güneş Han-ı Sugra, Kamile, Kerime ve Ayşe isimlerinde dört kızı dünyaya gelir.
7- Ebu Bekir Efendi
istanbul’da Kehhalzade diye anılan Ebu Bekir Efendi, Tugani Ahmet Dede’nin eğitiminde yetişir. Şeyhinin vefatından sonra Konya’ya giderek Mevlana dergahında hizmete başlar. Şemseddin-i Tebrizi dergahında Mesnevihanlık yapar ve hizmette emsallerini geçerek büyük rütbelere ulaşır. Konya Mevlevihanesi postnişini Ebu Bekir Çelebi tarafından Bağdat Tekkesi şeyhliğine gönderilirse de, çok geçmeden izinle Ġstanbul’a döner. Karahisar Mevlevihanesi şeyhi Küçük III.Arif Çelebi, 1637 yılında Konya Mevlevihanesi postnişinliğine tayin olunca, yerine Kehhalzade Ebubekir Efendi şeyh olarak tayin edilir. Ebu Bekir Efendi başarılı hayatının son kısmını burada geçirmiştir. 1649 yılına ait Afyonkarahisar Şeriyye sicil kaydında, Ebu Bekir’in Karahisar Mevlevihanesinde halen şeyh olduğu anlaşılmaktadır.
8- Derviş Mustafa Dede
Babası ‘fukara-yı sofiyye’den olan Derviş Mustafa Dede, Rumeli Yenişehir’in köylerinden birinde dünyaya gelir. Babası gibi derviş olmağa karar veren Mustafa Dede, önce Konya Mevlevihanesine giderek postnişin Ebubekir Çelebi’nin (öl.1638) hizmetine girer. Ebubekir Çelebi 1637 yılında IV. Murad tarafından görevden alınınca Derviş Mustafa kendisine yeni bir mürşid bulmak arzusuyla Konya’dan Karahisar’a gelir. Burada çilesini çıkarırken şeyhi Arif Küçük Çelebi, aynı yıl Konya Mevlevihanesi postnişinliğine tayin olur. Böylece derviş yine şeyhsiz kalmıştır. Çilesini tamamlayan Derviş Mustafa Dede, ilim ve irfan eğitimi yanı sıra musiki öğrenmeğe başlar, dergahın neyzenbaşısı Gülüm Dede’den ders alır, bu arada Bağdat Mevlevihanesi şeyhliğinden istifa eden Kehhalzade Ebubekir Efendi Karahisar Mevlevihanesine şeyh olmuştur. Derviş Mustafa muhtemelen şeyh Ebubekir döneminde çilesini tamamlar ve onun vefatından sonra yerine Karahisar Mevlevihanesi şeyhi olur.
Derviş Mustafa Dede’nin mütevazi, alçak gönüllü bir şahsiyet olduğu anlatılır. Rauf Yekta onun bu özelliğini, ‚..gerek dervişliği, gerek şeyhliği esnasında dergaha ait hizmetleri seve seve bizzat yapar, hatta yaşı hayli ilerlediği halde pabuç çeviricilik, süpürücülük, odun yarıcılık gibi hizmetlerin ifasından geri durmazdı. (Kuçek Derviş Mustafa Dede) ismiyle anılmasının sebebi de işte bu suretle bütün hayatını dervişlerinin hizmetine hasretmesidir‛, şeklinde belirtmektedir. Tekkelerle ilgili 1666’da başlayan 18 senelik yasaklı dönem Mustafa Dede’nin şeyhliği devresine rast gelmektedir. Konya Mevlevi şeyhi Bostan Dede’nin Afyon Mevlevi şeyhi Mustafa Dede’ye gönderdiği 1684 tarihli mektubunda, padişah tarafından yeniden mesnevi okunmasına ve sema yapılmasına izin verildiği, hemen semaa başlamaları’ bildirilmektedir. 1702 yılında sağ olan şeyh Mustafa Efendi’nin 1703 yılına ait bir vakıf kaydında ölü olduğu ve böylece onun 1617-1703 yılları arasında yaşamış olduğu söylenebilir. Ayin-i şerif mecmualarında Bayati ayin-i şerifinin bestekarı
olan Kuçek Derviş Mustafa Dede’nin Karahisarlı olduğu sanılmaktadır. Gölpınarlı, Mevleviler arasındaki tevatüre göre, Karahisar Mevlevihanesi şeyhliğinde bulunduğunu ve vefatıyla semahaneye gömüldüğünü nakil etmektedir. Mevlevihanede altmış altı yıl tekkenişinlik, camisinde hatiplik yapan Raşit Dede, nam-ı diğer Hatip Hoca da, Kuçek Derviş Mustafa Dede’nin Karahisar’da medfun olduğunu ifade ederek şöyle açıklık getirmektedir. ‚1902 yılında Mevlevihane yanmadan önce ‚Sultan Divani’nin merkadi ile mukabil köşesindeki parmaklık arasında beş sanduka vardı. Bu sandukalardan biri Beyati ayini bestekarı Mustafa Dede’ye, biri de Sultan Divani’nin ateşbazı Furuni Dede’ye ait bulunuyordu. Yangından sonra tekke tekrar yapılırken bu parmaklığın biraz tevsii istendi. Bu maksatla Furuni Dede’nin evvelce parmaklık içinde olan sandukası biraz yan tarafa çekildi ve o zaman yer daraldığı için oraya Furuni Dede, ikincisi Reşit, Kemal, Celal çelebiler, üçüncüsü maktul Ali Çelebi’nin biraderi Münir (Murat) çelebi, dördüncüsü de meczup Baki Çelebi namlarına ancak dört sanduka sığdırılabildi ve Mustafa Dede’nin sandukası büsbütün kaldırıldı. Bu zatın asıl kabri tam ikinci sandukanın bulunduğu yerde idi.‛ Nakledilen hatırata göre, Küçek Derviş Mustafa Dede Karahisar Mevlevihanesi türbe kısmında medfundur. Derviş Mustafa’nın müzisyenliği ve mesnevihanlığının yanı sıra hat ile uğraştığı, çeşitli mesnevileri istinsah ettiği anlaşılmaktadır.

10- Ebubekir Dede

Seyyah lakabıyla anılan Ebubekir Dede Derviş Mustafa Dede’nin oğludur. Tabi Dede, onun şeyh olmasını, ‚Müsellimdir hilafet Mustafa’dan sonra Bu Bekre‛ tarihi ile belirtmektedir. Ebubekir Efendi 1703’ten itibaren mevlevihanenin şeyhi ve mesnevihanıdır. Vakfın mütevellisi olan Kerime Hatun, vakıf köylerden verginin alınması için 1720 yılında onu kendisine vekil tayin eder.

11-Mehmet Mukim Dede
Daniş Ali Dede’nin (öl.1684) oğlu Mehmet Mukim Dede babasının vefatından sonra Siyahi Mustafa Dede’nin (öl.1711) hizmetinde bulunur ve onun terbiyesi altında yetişir. Konya Mevlevihanesi postnişini Bostan Çelebi II tarafından önce Karahisar, arkasından Ankara hangahlarına şeyh olarak tayin edilir. Mehmet Mukim Dede’nin Afyonkarahisar Mevlevihanesi şeyhliğine atanması 1703-17o5 yılları arasında olmalıdır. Zira 1703 yılında Mevlevihaneye şeyh Ebubekir Dede mesnevihan olarak tayin edilmiştir. Ancak Ebubekir Dede’nin ne kadar şeyhlikte kaldığı tespit edilememiştir. Dede daha sonra Tokat asitanesine tayin edilir ve 1718 yılında orada vefat eder.

12-Şekip Dede
Asıl adı Ömer olan Şekip Dede’nin babası Osman Efendidir. Şekib, Ġstanbul’da eğitimini tamamlar, kadılığa geçer, ancak kadılıktan ayrılarak Mevlevi tarikatına girer. Bir müddet Konya Mevlevihanesinde kalarak ‚hücrenişin-i uzletgüzin‛ ve mesnevihan olur. Mevlevi eğitimi ve terbiyesini tamamlayan Şekib, buradan önce Karahisar şeyhliğine, daha sonra Halep meşihatine tayin edilir. 1723 yılında Hacc-ı şerifde vefat eder.
13-Abbas Dede
Karahisar-ı Sahip Mevlevihanesinin şeyhlerinden Abbas Dede Şeyh Ebubekir Efendi’den sonra Mevlevihaneye şeyh olarak tayin edilir.
14-Yahya Efendi
1752 yılına ait bir vakıf kaydında yer alan, ‚Mevlevihanenin bil-fiil şeyhi ve vakfın nazırı olan ‘umdetü’l meşayıh Osman Efendi ibn-i es-Seyyid şeyh Yahya Efendi..‛, şeklindeki ifadeden Afyonkarahisar Mevlevihanesi şeyhi Osman Çelebi’nin babasının şeyh Yahya olduğu anlaşılmaktadır. Sicil kayıtlarında oğlu Seyyid Osman Efendi’nin Mevlevihanede 1739 yılında şeyh olarak görevli bulunmasından, Yahya Çelebi’nin bu yıllarda vefat etmiş olduğu söylenebilir. 207

15-Şeyh Osman Çelebi
Karamanlı Şeyh Osman Çelebi’nin babasının Mevlevihane şeyhliğine görevlendirilmesiyle Afyonkarahisar’a yerleşmiş oldukları düşünülebilir. Osman Çelebi bu arada Sultan Divani oğlu Hızır Şah’ın kızı Kamer Şah ile evlenir. Şeyh olarak bulunduğu mevlevihanede aynı zamanda vakfın da nazırı olarak görev yapar. Bununla birlikte Çelebi’nin postnişinlik makamına hangi tarihte başladığı, hangi tarihte ayrıldığı tespit edilememiştir. Vefatından sonra oğlu Yahya Çelebi’nin şeyh olduğu, onun da 1767 yılında genç yaşta öldüğü dikkate alınırsa, Çelebi’nin 1764-1767 yılları arasında vefat ettiği söylenebilir.

16-Yahya Çelebi
Şeyh Osman Efendinin oğlu olan Yahya Çelebi dergahta Mevlevi kültürü ile yetişmiş, ve daha sonra kaptan-ı derya Seyyid Ali Paşa’nın kızı Zeynep hanımla evlenmiştir. Çeşitli mecmua ve cönklerde yirmi kadar gazel ve koşması tesbit edilmiştir.

17-Seyyid Alaeddin Çelebi
Muhtemelen Yahya Çelebinin küçük kardeşi olan Seyyid Alaeddin Çelebi, Yahya Çelebi’nin vefatından sonra Mevlevihanenin şeyhi olmuştur. Şeyh Es-seyyid Alaeddin Çelebi, Karahisar-ı Sahib Mevlevihanesinin mütevelliliği ile ilgili olarak yazılan bir Hatt-ı Humayun’da otuz beş yıldır şeyhlik görevinde bulunduğunu belirtmektedir. Bu durumda Çelebi otuz beş yılını 1801 yılında tamamlamıştır.

18-Ahmet Çelebi,
Seyyid Alaaddin Çelebi’nin büyük oğludur. XIX. yüzyılın başlarında babasının vefatıyla Mevlevîhâne’nin şeyhi ve vakfın da mütevellisi olmuştur. 1826 tarihli bir vakıf kaydında, yirmi yıldır beratla mütevelliğin elinde olduğu, 1806 yılında şeyhlik görevindeyken vakfın mütevelliliği verildiği belirtilmektedir. Bu görevler üzerinde iken, 1830 yılında vefat etmesi üzerine kardeşi Seyyid Yahya Efendi Mevlevîhâne’ye şeyh olarak görevlendirilmiştir. Onun da Mevlevîhâne bahçesinde gömülü olduğu nakledilir.

19-Yahya Efendi
Kayıtlardan anlaşıldığına göre, Alaaddin Efendi’nin oğlu Seyyid şeyh Yahya Efendi, 1834 yılında vakfın mütevellisi ve mevlevîhânenin de şeyhidir. Ocak 1837 yılında mevlevîhânenin postnişîni ve imamıdır.

20 – Şeyh Murat Efendi
Şeyh Ahmet Çelebi’nin oğlu, Şehid Ali Efendi’nin de kardeşidir. Sicil kayıtlarında Murat Çelebi’nin şeyhlik yaptığına dair bir kayda rastlanmaz. Ancak, Mevlevîhâne’nin türbe bölümünde ona atfedilen kabir üzerinde bir sandukanın olması, Şemseddin Çelebi’nin, şeyh Ali Efendi’den önce Mevlevîhâne’nin şeyhi olduğunu, onun vefatından sonra Ali Efendi’nin şeyhlik makamına geçmiş olduğunu bildirmesi gibi bilgiler, onun 1837 yılında kısa bir süre, (belki birkaç ay) şeyhlik yapmış olduğu fikrini vermektedir. Bu durumda Murat Efendi’nin Yahya Efendi’den sonra, Ali Efendi’den de önce şeyh olması gerekir. Murat Efendi, Ahmet Çelebi’nin büyük oğlu olmalıdır. Zira Mevlevî geleneğinde de şeyhlik sırası öncelikle ailenin büyük erkek çocuğuna verilmiştir. Babası ve kardeşine ait bilgilerden yola çıkarak 1750-1850 yıllarında yaşadığını söyleyebiliriz.

21-Şeyh Ali Efendi’
nin 1837 yılı ortalarında şeyhliğe atanmış olduğu ve 1840 yılında da mevlevîhânenin şeyhi, vakfın
da mütevellisi olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen 1842 yılında bugün için bilinmeyen sebeplerden dolayı idam edilmiştir. Mevlevî muhitince ‚başı kesik, şehid Ali Efendi” diye anılmıştır. Münire Hanım isminde bir kızı bulunduğu ve Münire Hanımın Raşit Çelebi’nin oğlu Kemal Çelebi ile evlenmiş olduğu görülür.
22- Mehmet Râşit Çelebi
Ali Efendi’nin idam edilmesi üzerine 1842’de Konya’dan Afyonkarahisar Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin edilen ve babası tarafından Mevlânâ’ya ulaşan Mehmet Râşit Çelebi, Hüseyin Çelebi’nin oğludur. 1844’te Mevlevîhâne genişletilerek tamir edilmiş, inşa olunan hankâhın iki adet resmi Afyonkarahisar kaymakamı tarafından merkeze gönderilmiştir. 1867 yılında sağ olan Raşit Çelebi’nin vefat tarihi tespit edilememiştir. Raşit çelebi’nin Rıza Çelebi, Bahaeddin Çelebi, Abdülkadir Çelebi, ve Kemal Çelebi isimlerinde çocukları olduğu anlaşılmaktadır. Çelebi ilimle meşgul olmuş, çeşitli eserler kaleme almış, istinsah etmiştir. Bu çerçevede “El-Evrâd” isminde Arapça, nesih hatla yazılmış bir eseri bulunmaktadır. Ayrıca, Sipehsâlâr Mecdü’d-din Feridun’un Menâkıb-ı Sipehsâlâr adlı Farsça eserini Türkçe’ye çevirmiştir. Ġsmail Ankaravî’nin Mesnevî şerhinin 7. cildini de Nesih hatla istinsah etmiştir.
23- Ahmet Kemâleddin Çelebi
Şeyh Ali Efendi’nin kızı Münire hanım ile evlenmiş olan Ahmet Kemâleddin Çelebi, M. Raşit Çelebi’nin oğludur. hayır hasenat sahibi bir insan olan Kemaleddin Çelebi’nin 1872’de dergâhta postnişin olarak görevli olduğu görülmektedir. Bu arada dergâhın, 1875 yılında yandığı, tamiratının ise Mart 1878 tarihinde bitmediği ve dergâhın postnişinliğinin Kemâleddin Çelebi’de olduğu anlaşılmaktadır. O, olgun bir kişiliğe sahiptir. Özellikle Harabî, Türâbî gibi halk şairlerini her zaman koruyup, gözetmiştir. Yirmi üç yıl şeyhlik görevinde bulunmuş, nihayet, 1894 yılında vefat eylemiştir. Mevlevîhânede türbe içerisinde medfundur. Şeyh Kemaleddin Çelebi’nin 14 şubat 1892 tarihli vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Kalecik-i Kebir köyünde, Mevlânâ Celalettin-i Rûmî’nin vakıf arazisi üzerine Baş Değirmen diye anılan ve bir taş üzerine devran iden bir adet değirmen yaptırarak vakıf eder. Değirmenin yıllık gelirinden Sultan Divânî Hazretlerinin camii şerifinde imam ve müezzin olan efendilere yıllık 12’şer Ġstanbul kilesi ile buğday verilmesini; buna karşılık her ay Kur’ân-ı Kerim’den 15’er cüz okuyarak peygamberimiz ile Sultan Dîvânî’nin mübarek ruhlarına hediye edilmesini, fazla para olursa erkek çocuklar arasında pay edilmesini şart koşar. Vakfın mütevellisi olarak, sağlığında kendisinin, vefatından sonra erkek çocuklarından büyük olanın görevlendirilmesini ister.

24 – Şeyh Celâlettin Çelebi
Kemâleddin Çelebi’nin oğlu olan Şeyh Celâlettin Çelebi’nin annesi Münire Hanımdır. Babasının 1894 yılında vefatından sonra Konya seccâdenişîni Çelebi Efendi’nin icâzeti ile Karahisar Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Şeyhlik mühründen 1894-95 yılında Mevlevîhâneye postnişin olduğu anlaşılmaktadır.1896 yılında vakıfla ilgili bir hususu Nafia Nezareti’nde görüşmek üzere Ġstanbul’a gitmiş, bu arada Tahir Olgun ile dergahta görüşmüştür. Tahir Olgun kaleme aldığı “Çilehâne Mektupları” nda Celalettin Çelebi’yi “Müttakî, mütevâzi,derviş-nihâd ve velhâsıl evlâd-ı Mevlânâ demeye lâyık bir çelebi” şeklinde üstün vasıflarla anmaktadır. 1902 yılında zuhur eden yangında Mevlevîhâne’nin yanması, yeniden yapılması Şeyh Celâlettin Çelebi zamanında olmuştur. Cihan Harbi sırasında Ġstanbul’da kurulan “Mücâhidîn-i Mevleviyye Taburu”na Karahisar’dan Şeyh Celâlettin Çelebi de katılmış, Şam’a kadar gitmiş, bir müddet kalmış, yaşlı olduğu için Karahisar’a geri dönmüştür. Çeşitli tarihlerde hanımlarının ölmeleri sonucu bir kaç kez evlenmiş, on kadar çocuğu olmuştur. Şeyh Celâlettin Çelebi, 25 Eylül 1918 tarihinde vefat etmiş ve Mevlevîhâne’ye defnedilmiştir.

25 – Ahmet Raşit Çelebi
Celâlettin Çelebi’nin oğlu olan Ahmet Raşit Çelebi’nin annesi Zaide Hanımdır. 1878-79 yılında doğmuştur. Ahmet Râşit Çelebi babasının vefatından sonra boşalan şeyhlik makamına geçmek için yapılan sınavdan başarı ile geçer. Mahalli Encümen Meşâyihi tarafından düzenlenen başarı mazbatası Meşâyih Meclisi’nce tasdik olunmak üzere meşîhatpenâhîye gönderildiğinde Karahisar-ı Sâhib’deki Hazret-i Dîvânî Mehmet Efendi vakfının tevliyetinin babası Celalettin Efendi üzerinde olduğu, meşîhatine dair bir kaydın ve vakfiyenin olmadığı, önceden beratla görevlenmediği, Konya’da olan seccadenişîn Çelebi Efendi’nin icazetnâmesiyle atandığı anlaşılır; bu sebepten oğlu Ahmet Râşit Çelebi’nin de Çelebi Efendi’nin icazetnâmesiyle atanmasına şûrâ-yı Devlet’te Mart 1919 yılında karar verilir. Raşit Çelebi, yaklaşık yedi yıl postnişinlik makamında kalır. Tekke ve türbelerin kapatılması ile ilgili kanunun çıkmasıyla Dîvânî Mehmet Efendi Mevlevîhânesi de minaresi ve minberi olması sebebiyle camiye çevrilir ve Raşit Çelebi’nin de şeyhlik görevi fiilen sona erer. Çelebi, 13.04.1934 yılında vefat etmiş, Olucak çeşmesi karşısında yer alan mezarlığa defnedilmiştir., çalışkan ve vatansever bir insan Raşit Çelebi’nin, Millî mücadele sırasında düşmana karşı Müftü Hüseyin Bayık, Nebil Hoca ve diğer arkadaşlarıyla birlik ve beraberlik içerisinde çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Afyonkarahisar Mevlevihanesinin inşa tarihi 1316 olarak kabul edilir. Yakup Çelebi zamanında himaye gören yapı için vakıflar tahsis edilir. Bu tahsisler zamanla artacaktır. Hasan Özönder’in tebliğinden anladığımıza göre, günümüze gelinceye kadar bir çok badire atlatarak tamir ve tadilat gören yapı, son şeklini II. Abdülhamit döneminde alacaktır. Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması üzerine faaliyetine son verilen Mevlevîhâne, zaman içerisinde bando binası, Kur”ân-ı Kerîm kursu ve müftülük binası olarak kullanılır. 2008 sonunda müze olarak hizmete geçer.
Afyonkarahisar’daki sema faaliyetleri 1925 senesinden itibaren gezekler vasıtasıyle sürdürülür. 1950’li yıllarda Konya, sema icra edecek bir ekip çıkaramadığı için mutrip heyeti ihtiyaca binaen Afyonkarahisar’dan karşılanır. 1960’lardan itibaren sema gösterileri Afyonkarahisar’da da icra edilmeye başlanır.

1925 yılında tekaya ve zevayanın kapatilmasi ile birlikte, Afyonkarahisar Mevlevîhanesi de yaklaşık altı asır boyunca devam ettirdiği faaliyetlerini sonlandırmak zorunda kalmıştır. 2007 yilina kadar, yalnızca camii kısmı kullanılmıştır.

2007 yılında Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafindan restorasyon çalışmaları başlatılan mevlevîhaneyi, 30 Aralık 2008’de çalışmalar tamamlandıktan sonra Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yapılan bir protokolle restore edilen bölümlerin müze yapilmasi için Afyonkarahisar Belediyesi’ne devretti. Belediye de mevlevîhaneyi, Mevlevîlik kültürünü yansıtması ve tanıtması amacıyla semahane, haremlik, selamlık, matbah, derviş hücreleri gibi bölümleri ile Sultan Dîvanî Mevlevîhane Müzesi adı altında hizmete açmıştır.

Afyonkarahisar Mevlevîhanesi, türbesinde medfun olan önemli zatlarla da ziyaret edilmesi gereken bir yerdir. Burada yatanlar içerisinde Furünî Dede, Celaleddin Çelebi, Mehmed Raşid Çelebi, Kemal Çelebi, insan boyundan yüksek bir sanduka ile Sultan Dîvanî, ünlü Mevlevî bestekar Küçük Mustafa Dede ve cami avlusunda ünlü vatan şairi Namık Kemal’in annesi Fatma Zehra Hanım bulunmaktadır.

Şeyh Murat Çelebi

Afyon mevlevihanesinde

Şeyh Ahmet Çelebi’nin oğlu, Şehid Ali Efendi’nin de kardeşidir. Sicil kayıtlarında Murat Çelebi’nin şeyhlik yaptığına dair bir kayda rastlanmaz. Ancak, Mevlevîhâne’nin türbe bölümünde ona atfedilen kabir üzerinde bir sandukanın olması, Şemseddin Çelebi’nin, şeyh Ali Efendi’den önce Mevlevîhâne’nin şeyhi olduğunu, onun vefatından sonra Ali Efendi’nin şeyhlik makamına geçmiş olduğunu bildirmesi gibi bilgiler, onun 1837 yılında kısa bir süre, (belki birkaç ay) şeyhlik yapmış olduğu fikrini vermektedir. Bu durumda Murat Efendi’nin Yahya Efendi’den sonra, Ali Efendi’den de önce şeyh olması gerekir. Murat Efendi, Ahmet Çelebi’nin büyük oğlu olmalıdır. Zira Mevlevî geleneğinde de şeyhlik sırası öncelikle ailenin büyük erkek çocuğuna verilmiştir. Babası ve kardeşine ait bilgilerden yola çıkarak 1750-1850 yıllarında yaşadığını söyleyebiliriz.

Kaynaklar ;Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969

Şahidi İbrahim Dede

Şahidi İbrahim Dede

Afyon Mevlevihanesinde

Muğlanın meşhur alimlerinden biri olan İbrahim Şahidî Dede,1470 (H.875) de doğdu. On sekiz yaşına kadar memleketinde, sonra Bursa ve İstanbul’da çeşitli ilimleri tahsil edip ilimde yetiştikten sonra,bir gün rüyasında Sultan Divani hazretlerini görür ve onunla sohbet eder. Bu rüyadan sonra gönlüne Sultan Divaniyi görmek arzusuna düşer.

Bu sırada Sultan Divani Çiltenanla ( 40 Müridi) beraber Muğlaya gitmek üzere yola koyulmuştur. Muğlalılar Mevlevî dervişlerin geldiğİnİ duyunca şehrin bir kaç kilometre yakınına karşılamağa çıktılar. Şahîdi ise herkesten önce gördü ve kendi evine nıisafir olmasini rica etti. Bunun üzerine Sultan Divani «Biz yolumuz uğrunda canını ve basını feda edenlerin tnisafiri oluruz» dedi. Buna cevaben İbrahim Dede: «Senin gibi Sultanın, uğrunda canım ve başım feda ol sunî» dedi. Bu cevaptan memnun olan Sultan Divanî ,îbrahim Dedenin (Şahidi) evine misafir oldu. Biraz istirahatten sonra Muğla ileri gelenleri ve Mevlevi dervişleri beraberce büyük bir salonda otururken, Sultan Divani, İbrahim Dedeye «Haydi vadini yerine getir dedi!» Şahidi boynunu uzattı ve ”Canım ve başım senin uğrunda feda olsun. Senin Velî, Mürşid-i Kamil olduğuna şahid olduk!” dedi ve Sultan Divanî’nin elini öptü. Sultan Divani de mükafat olarak kendisine Şahidi ismini verdi. Böylece Mevlevi tarikatına giren İbrahim dede , Şahidi ismiyle şöhret buldu ve şiirlerin bu mahlası kullandı.

Basını Mevlevi sikkesi sırtına , mevlevi elbisesini giyip zahiri ilimlerle olgun olan Şahidi, Sultan Divaniden feyiz almak suretiyle manevi bakımdan da coşkunlaşıp içli şiirler söylemeğe başladı. Söylediği şiirlerin (Gulşeni Vaıdet), (Gülşeni Tevhid) ve (Gülşeni Esrar) isimli üç kitapta topladı.

Şahidi , Sultan Divanî’nin zikir halkasına girdikten sonra evlad, mal, mülk, aile ve memleketinden, vazgeçdi bir gölge gibi Sultan Divani’nin arkasından takip etti. Aynı zamanda Sultan Divaninin söylediği şiir ve vecizelerini kaydetmek suretiyle, katiplik ödevi yaptı.(Ne yazı ki Afyonkarahisar Mevlevi Dergahının birkaç defa yanmasıyla Sultan Divanîye ait ancak yirmi kadar şiir zamanımıza kader gelebildi.)

Böylece Sultan Divanî’nin, hayranı olan Şahidî, onun arkasından yalın ayak başı açık bir şekilde Mısır çöllerini ve Anadolu bozkırlarında dolaşırken takip etti. Sultan Divani her gittiği şehirden Şahidiye binmesi için bir at ,ayaklarına giymesi için bir ayakkabı alırdı. Sultan Divanî önde, Şahidi arkada yol yürüdü. Bir müddet sonra Sultan Divani arkasına baktığında ne görsün? Şahidi attan inmiş ayaklarından ayakkabılarını çıkarmış arkadan geliyor.

Sultan Divani, Şahidiye ; ”Şahidi! Niçin bana eziyet ediyorsun? sen ayakların çıplak vaziyette, yürüdükçe ben üzülüyorum!..» dedi. Şahidi dede ise şöyle yanıt verir ” Ey velayet Şahı senin bastığın ve gölgenin bulunduğu bu topraklara ayakkabı ile basmaya utanırım . ‘
Sultan Divaninin vefatından sonra Muğla Mevlevihanesine Postnişin olur. (H. 957 / M 1556) senesinde seksen iki yaşında, bir rivayete göre Muğla bir rivayete göre de Sultan Divani’nin kabrini ziyaret için gittiği Afyon’da vefat eder.

Kaynaklar
Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]

İlyas Şah

İlyas Şah

Afyon Merkez’de Mevlevi camii içerisinde

Süleyman Şah germiyaninin küçük oğludur. İlyas Şah dünyaya geldiği gün babası rüyasında İlyas (a.s.) gördü. İlyas (a.s.) , Süleyman Şah’a üç tane hurma ikram etti. Bir tanesini kendisi bir tanesini hanımı bir tanesini de yeni doğan çoçuğun yemesini tavsiye etti. Ertesi gün Süleyman Şah yenidoğan çocuğa İlyas ismini verdi. İlyas Şah hayatını dervişlikle geçirdi. H. 760 yılında vefat ettiği tahmin edilmektedir. Kabri Mevlevi camiinde Sultan Divaninin yanındadır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]

Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]

Hızır Şah Çelebi

Hızır Şah Çelebi

Afyon Merkez’de Mevlevi camii içerisinde

İkinci Sultan Veled diye meşhur olan Divani Mehmed Çelebi’nin oğlu olan Hızır Şah Çelebi, 1497 yılında dünyaya gelir. 1525 yılında hilafetnamesini alan Çelebi babası Divani Mehmed Semai’nin vefatıyla da makamlarına geçer.
Olup dil-i sir seyr-i enfüs ü afak ü nagah
Vera-yı perde-i gaybe çekince peyker-i canı
Didi tarihini bir müstemend-i derd-i hicranı
Beka mülkine çekdi ‘askerin Sultan Divani

1570’te vefat eden Hızır Şah’ın Şeyh Şah Mehmed Çelebi isminde bir oğlu ile II. Destina Hatun isminde bir kızı olur.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]

Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]

Furuni Mehmet Dede

Furuni Mehmet dede

Afyon Merkez’de Mevlevi camii içerisinde

Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olarak adlandırılan 40 mürdindendir. Divan-ı Kebir getirmek için Sultan Divani ile beraber İran’a setahat etmiştir. Uzun süren yolculuk esnasında Acemistan topraklarında giderken dervişlerin yanındaki yiyecek bitip açlık tehlikesiyle karşılaştılar.

Sultan Divani hazretleri Mehmet Furuni Dedeye hitaben ” Ey Dervişi Tennur Mehmet Furuni Dede bu dervişlere kayıp cebinden ekmek bahşet ” diye emretti . Hak aşıkı Mehmet Dede ellerini Semaya kaldırıp dua etti. Hep birlikte el kaldırıp, Cenab-ı Hakka yalvardılar. Dua bittikten sonra Mehmed Dede kolunun altından sıcak pide çıkartarak derviş arkadaşlarına dağıttı. Bu hadiseden sonra Mehmed dedeye Furuni ismi verildi. Hicri 936 yılında vefat etmiştir. Kabri Mevlevihane camiinde Sultan divanı hazretlerinin yanındadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]

Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]

Devrane Sultan

Devrane Sultan

Afyon Merkez’de Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde

Hazreti Mevlana sülalesinden olup, Sultan Divani hazretlerinin Çiltenan olrak adlandırılan 40 mürdinden biridir. Sultan Divani ile İran seyahatine katılmıştır. Kabri şerifinin Devrane Sultan camii civarında olduğuna inanılır. Daha Sonra Afyon Belediyesi tarafından caminin 100 metre yakınında Kurtuluş caddesi ile istaklal caddesinin kesişiminde bir makam kabir yapılmıştır.

Demir Yalayan Türbesi

demir Yalayan

Afyon Merkez’de Gazlıgöl caddesi ile Alparslan Türkeş Bulvarının kesişiminde

Abdurrahim Mısri Sultan’ın müridlerinden olan Demiryalayan’ın yoğurtçuluk yapan bir kişi olduğu biliniyor. Rivayete göre Abdurrahim Mısri Sultan bir gün Kasım Paşa’ya, “Çarşıda Demiryalayan adında bir yoğurtçu var. Git pazarlık et, yoğurt al. Sonra da bir bahane ile yoğurdu kafasına geçir. Bakalım ne diyecek.” der. Kasım Paşa gider, yoğurdun fiyatını sorar, daha sonra, “Çok pahalı, insafsız adam”, diyerek yoğurdu kafasından aşağı geçirir. Buna karşılık Demiryalayan sükunetle, “Afedersiniz efendim, hiddetlendirerek size zahmet verdim.”, diyerek özür diler. Hayatı hakkında başka bilgiye rastlanmayan Demiryalayan’ın türbesi Gazlıgöl caddesi ile Alparslan Türkeş Bulvarının kesişiminde bulunuyor.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]

Abdulhalim Durma , Afyon Evliyaları
Mehmet Gündoğan , Afyon Alim ve Evliyaları , Medrese kitabevi , 1999
H. Fikri Yazıcıoğlu , Afyon Evliyaları ve İlim Adamları , 1969
[/toggle]

Sultan Divani

Afyon – afyon mevlevihanesi

Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarîkatine mühim hizmetlerde bulunan önemli isimlerden DSC01985olan Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi), Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarındandır.
Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1448 veya 1471 tarihlerinden birinde doğmuş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Afyonkarahisar bölgesi, 13. yüzyılda Germiyanoğulları beyliğine bağlı idi. Germiyanoğlu Bey’i Mehmet Bey, Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe karşı muhabbeti olan bir devlet idarecisidir. Bu muhabbetin neticesinde, oğlu Süleyman Şah’a, Sultan Veled’in kızı (Hz. Mevlâna’nın Torunu), Mutahhara Hatun’u almış ve Çelebi sülâlesi ile akrabalık kurulmuştur.
Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından kendisine “Semâî” lakâbı verilmiş, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de den- miştir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir. Mehmed Çelebi’ye ait bazı menkıbelere baktığımızda, halkın kendisine bu sıfatı yakıştıracak bazı sebepler bulunmaktadır. Bu yakıştırmanın, tasavvufî düşünce geleneğinde kendine özgü bir konumu da mevcuttur.
Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî”nin ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Hz. Mevlâna’nın Eseri “Dîvan- ıKebir”i, rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği düşüncesi hakimdir.
Bu iki yaklaşımı kendi içerisinde bulunduğu şartlara göre değerlendirmemiz daha sağlıklı olacaktır. Zaman içerisinde her iki lakab da sıkça kullanılmış, özellikle “Dîvânî” halk arasında daha fazla tercih edilmiştir.
Sadık müridi Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede’nin anlattığına göre Sultan Dîvânî; rind meşrep, coşkun ve cezbeli bir mevlevîdir.
Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede; mürşidi ile yaptığı seyahatleri kayda geçirerek, türünün ilk örneği olan (ilk edebî seyahatnâme) “Gülşen-i Esrâr”ı yazmıştır.
Edebi Kişiliği
Sultan Dîvânî’nin, “Şiirleri” ve “Tarîkat’ül Arifîn” adlı tasavvufî bir risalesi mevcuttur. Şiir tekniği bakımından devrin üstad şairlerini aratmayan Semâî, özellikle bazı şiirlerinde ses tekrarları ve benzerliklerinden faydalanmak suretiyle âhenk bakımından mükemmeliyete ulaşmıştır.
Göründü karşıdan bir gevher-i pâk
(Karşıdan bir temiz cevher göründü)
Her lâle yanak dillere bir dâğ-ı nişândur
(Her lâle yanak gönüller için bir nişan yarasıdır)
Tasavvufi Kişiliği
Babası tarafından veliahd tayin edilen ve şeyhlik makamına oturtulan Dîvâne Mehmed Çelebi, denilebilir ki Mevlevîlik tarîkatinin Bânî-î Sânîsidir (İkinci Kurucusu). O, vecd ve istiğ- raka dalmış cezbeli bir şeyh, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde büyük yararlılıklar gösteren bir alperen,Yavuz ve Kânûnî başta olmak üzere bir kısım üst düzey devlet ricali üzerinde etki- li olmuş bir siyaset ve teşkilat adamıdır. Hayatı ile ilgili bilgi veren kaynaklarda, bilhassa mürîdi Şâhidî İbrahim Dede’nin Gülşen-i Esrâr adlı eserinde, yaptığı faaliyetler ve kerametleri hakkında bilgiler mevcuttur.
Şâhidî İbrahim Dede, Dîvâne Mehmet Çelebi’ye intisabını ve birlikte yaşadıkları bazı hadiseleri şöyle anlatır. “…ben de ona uydum, yokluk denizine daldım. Daima önünde yalınayak koşardım. Yolda üzengilerine pabuç asılmış bir at verir, binmemi emrederdi. Binsem bile biraz sonra iner, ayaklarımdan pabuçları çıkarırdım. O, benim atımı bir abdala verir, ‘sakın kimse binmesin’ der, yedekte çektirirdi. Bir an bile bensiz olamazdı. Lutfeder de ‘Şâhidî’ derdi, ‘Neden böyle cefâlar ediyorsun, neden yaya yürüyorsun, neden ayakların yalın? Gönlüm inciniyor, acıyorum sana.’ Bense: ‘Ey şâh-ı velâyet, ayakkabılarımla senin bastığın yollara basamam ben’ derdim. Bunu duyunca: ‘Ah Şâhidî, yaktın beni’ derdi.
Sultan Dîvânî Tarafından Açılan Mevlevîhaneler
Burdur, Galata(İstanbul), Eğirdir, Muğla, Sandıklı, Bağdat(Irak), Cezayir, Kahire (Mısır), Lazkiye (Suriye), Midilli (Yunanistan), Sakız (Yunanistan).
Vefatı
Şâhidî İbrahim Dede’nin 1544’te yazdığı Gülşen-i Esrar’ında, Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sağ olduğuna dair işaretler ve 1545’te bir mesnevî vakfiyesine şahâdeti; Şâhidî Dede’nin Şeyhi’nin vefatından sonra, her sene kabrini ziyaret maksadıyla Afyonkarahisar’a geldiği, muayyen bir süre kalıp döndüğü, H.957/M.1550 tarihindeki ziyaretlerinde vefat ettiği ve şeyhinin yanına gömüldüğü dikkate alınırsa, Dîvâne Mehmed Çelebi’nin H. 953/M.1546 veya H.954/M.1547 yıllarında vefat etmiş olması gerektiği söylenilebilir.
Kendisinden sonra Afyonkarahisar Mevlevî tekkesi postuna oğlu Hızır Şah oturmuştur.